Yedi Yaşındaki Şairler (Sait Faik / Rimbaud)


Arthur Rimbaud'nun bu şiirini bana hatırlatan yedi yaşında bir mahluk oldu. 23 Nisandaydık... Millet sokaktaydı. Bir aralık ortalık karardı ve tenhalaştı. Herkes sinemalara girmişti. Sinemadan çıktığım zaman kapıda elinde bir "Son Dakika" gazetesiyle, "Bir tane kaldı!" diye bağıran bir çocuk gördüm. Birbirinden küçük bir sürü yavru bağırıyorlardı:

- Son Dakika, Son Dakika!..

Taksim'den Harbiye'ye çıkan -hadi söyleyelim kelimesini- bulvarda Rimbaud’nun "Les Poetes de sept ans" ismindeki şiirini hatırladım.

Bana bu şiiri hatırlatan o "Bir tane kaldı!" diye bağıran çamurlu elli, sarı kalem bacaklı, kıvırcık saçlı çocuktu.

Üzerinde oldukça temiz bir esvabı, üstleri yamalı olmakla beraber sabahleyin boyanmış ve hatta tabanının etrafına kuvvetli bir vernik sürülmüş ayakkabıları bile vardı.

Çorabının bir tanesi düşmüştü. Ötekisi; çok fakir, fakat muntazam bir ananın sabahleyin çektiği ve yerleştirdiği şekilde duruyordu.

ileride ve etrafımızda birçok çocuklar daha bağrışıyorlar. Yüzlerinden işi çok ciddiye aldıkları anlaşılıyor: Halbuki bu küçük, bir şairden başka bir şey değildi. Anası pekâlâ çamaşır yıkıyor, küçüğünü mektebe gönderebiliyordu. Nazik, iyi bir hatundu... Elinden iş gelirdi. Mahallede ise oldukça itibarı vardı.

Hele çocuğunun gazete satmasını hiç istemiyordu.




Rimbaud'nun şiirini eve gider gitmez yeniden okudum. Tercüme etmiyorum. Ulu orta, anladığım gibi yazıyorum... Şiir tercüme edilir mi?

"Valide, vazife defterini kapar, çocuğunun mavi gözlerinde ve asil alnındaki nefret ve iğrenti dolu ruhunu göremeden mağrur ve memnun çekilir giderdi.

Çocuk bütün gün itaat etmekten ter içinde kalırdı. Zekiydi ve çok zekiydi. Bununla beraber yüzünün bazı hatları ve bazı tikleri vardı ki bunlar ondaki o müthiş riyakârlığı pekâlâ hissettirmekte idiler. Boyaları ıslak, loş koridorlardan geçerken dilini çıkarır. Uyurken iki elini apış arasına alır ve gözlerini kapadığı zaman birtakım siyah ve garip noktalar görürdü."

Şiir buradan sonra çok tuhaflaşıyor. Buraya kadar hemen hemen satırlara sadık kaldığım fakat ahengini mahvettiğim halde bundan sonra bir yirmi satır kadar bir şeyler anlıyorum ama, hatta çok şeyler anlıyorum ama tercüme edemiyorum. Yalnız bu anladığım şeyleri şöylece hulasa edebilirim:

"Akşam üstleri, bir lambanın ışığında ve çatıdan sarkan bir ölü gün ışığının altında merdivenin trabzanlarında kayarken uyuyor gibidir. Bilhassa yazın sersem, mağlup... Öyle serin yerlere çekilip kokular duyardı ki o zaman sakindi, düşünürdü.

Kışın evin arkasındaki küçük bahçedeki duvarın dibinde çamurların içindedir. O balık gözlerini vehimler, hayaletler ezer. Duvar dibindeki uyuz ağaçların rüzgârdan birbirine girdiği zamanlar, müthiş sesleri duyar. Merhamet! Onun dostları yapayalnız kalmış çocuklardır. O çocuklar ki kupkurudurlar, alınları çıplaktır. Gözleri yanaklarıyla beraber solmuştur. Bayram yeri kokan paçavralarının içinde çamurdan simsiyah olmuş sarı ve zayıf ellerini saklar ve sessiz tatlı meczup muhaverelerine benzer mevzular konuşurdu.

Annesi onu bu mundar merhametleriyle yakalayıverirse korkudan tir tir titrerdi. Şaşırırdı. Çocuğun o geniş ve derin muhabbet kuyusu dolar, boşalırdı: Fakat bu anayı böyle görmek ne hoştu! Onun mavi bakışları vardı ki yalan söylerlerdi.

Yedi yaşında, hayat hakkında romanlar yapardı.

Bir sahra ve sahranın ortasında parlayan yıldız: Hürriyet, sonra ormanlar, güneşler, su kenarları, bozkırlar!

Resimli mecmualar onun hülyalarını tamamlardı.

O kırmızı baskılı resimli mecmualarında güzel İspanyol kadınları güler, mahalli elbiselerini giymiş İtalyan kadınları kahverengi gözlerle çılgındır.

Sekiz yaşında, komşu amelenin kızı, küçük vahşi, o hınzır kız, bir gün nasıl bir köşede onun sırtına sıçrayıvermişti, sonra küçük hain onu nasıl ökçe darbeleriyle yumruklarla pestile çevirmişti. Onun küçük derisinin harikulade kokusu ağzında, nasıl gidip odasına kapanmıştı..."

Rimbaud'nun şiiri şair ve bedbaht çocukların şiiridir. Eğer pek naz ve naim içinde büyümedikse -ki büyümedik ve buna belki son harpler sebebiyet verdi- aynı rüyaları, aynı garip dünya rüyalarını gördük. Şimdi şu sinema kapısından çıktığım zaman Rimbaud’nun yedi yaşındaki merhamet hisleriyle yandığı zayıf, üstleri bayram yeri kokan ve meczupların muhavereleriyle ıslık halinde, bir şey söylemeden, masum bile olmayan şeyler konuşan çocuk sesleri ve çocuk arkadaşlar görüyorum. İçimi merhamet bir deniz meddiyle gelip dolduruyor.

Erkekler kadınları taksilere atıp beyaz çarşaflara ve kuş tüyü yastıklara bir an evvel kavuşturmaya ne kadar hasretlidirler... iyi günler ve iyi rüyalar için bize Erzincan'daki zelzeleyi haber vermeye koştunuz; evlerinizden kaçtıysanız hindistancevizi gibi tıraşlı ve kel kafalı çocuklar, mesele yok!.. Çünkü İstanbul sokakları gece gündüz güzeldir. Bu gece havanın içinde Boğaziçi'ndeki yalıların bahçelerinin erguvani çiçeklerinin kokusu değilse bile ruhu dolaşıyor. Sabah çok yakındır. Gündüz bir caminin avlusunda istediğiniz kadar uyuyabilirsiniz... Uyumazsanız da gözleriniz altında bir mavi halka uçar... Sıhhatinizden, şenliğinizden kaybetmeyin de ehemmiyeti yok...

Bunlar da her yere giriyorlar... Girmedikleri yer yok ki! dedi bir adam. Taksiyi çağırdı.

Rimbaud'nun İtalyan kızları gibi kahverengi gözlü, deli bir hatunu attı arabaya... "Çek, dedi, Hürriyet tepesine!"

Yedi yaşındaki şairler, bir an kalabalıklaşmış İstiklal caddesini çın çın çınlatmakta devam ediyorlar. İnsanın doğrusu biraz uykusu kaçmıyor da değil...

Fakat böyle de olsa yedi yaşında şairlerle dolu İstanbul sokaklarında dolaşmak ömürdür. Hayat romanı yağmurla beraber yağar. Tramvaylara asılmış müvezzilerle beraber seyahat edilen bu muazzam ve harikulade İstanbul şehrinin yedi yaşındaki şairlerini seviniz! Severseniz on yedi yaşında edebiyata geçmiş şairleri olan bir memlekette yaşarsınız.

Sakın şairleri -birtakımları gibi- Mazhar Osman Bey'e havale edeyim, demeyin. Eğer dünya güzelse ve dünya bazı tahammül edilmez gibi geldiği zaman bir ağır mısrası hatırınıza gelirse, o zaman şairleri Mazhar Osman Bey'e değil, içinizdeki derin şefkat kuyularına atınız.

Bugünkü Türk şiirinin manzarası şairlerle dolu bir memlekette yaşadığımızı gösteriyor. Ne kadar çok olurlarsa o kadar iyi... Ben size birbirinden iyi yirmi şair ismi sayabilirim. Yarın belki de yüzlerce...

Belki günün birinde hepimiz, birbirimizden biraz daha aşağı, biraz daha yüksek şairler olacağız. O zaman hakikatler ne kadar acı olsa, her şeyin sonu ne kadar fani olsa ebedi ve mesut olmanın yolunu bulmuş olacağız. Dünyayı seveceğiz. Belki masalların âlemi kadar güzel yeni dünyalara varacağız.

O zaman kimse şairle alay etmeyecek... Deli doktorlarına şiir havale etmeyecek. Bu belki de şairleri doktorlara göstermeye layık bulan son nesildir. İnkıraz bulacaktır. Merak etmeyin!

(Varlık, 15.10.1941)


**



**

Sait Faik Abasıyanık'ın Maldoror çevirisi Hünsa:



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder