Bilge Karasu

Bir Bilge Vardı


Bilge Karasu'yu 1971'de ikinci kitabının çıktığı günlerde tanıdım. İlk hikaye kitabı Troya'da Ölüm Vardı yayımlanmış, aynı yıl Lawrence'tan çevirdiği Ölen Adam ile TDK ödülünü kazanmıştı. İkinci hikaye kitabı ona Sait Faik Ödülünü getirdi: Tanışmamız bir rastlantı değildi: Yazdıklarını okuduğumda nutkum tutulmuştu: Büyük bir dil ustası, yaralı bir dünyayı çığlık atmadan ülküsel ifadesine oturtan özel bir yazarla karşıkarşıyaydım. Gidip buldum onu: Benim için birkaç üniversite birden oldu.

    O tarihlerde, Karasu’yu önemseyenlerin sayısı bir azınlığı bile güç bela oluşturuyor gibiydi. Hatta yazdıklarına tepki verenlerin baskıcı kimliği onu öylesine yalnızlığa itmişti ki neredeyse edebiyattan eline ayağını çekmenin eşiğine dayanmıştı. 1960 kuşağının Ankaralı yazarları bir ölçüde bu yalnızlık koşulunu kırmıştır, ama asıl ilgi benim kuşağımla gelişip somutlaşmıştır. Giderek bir “okul” oldu Karasu: Günümüzün pek çok şairinin, yazarının, düşünürünün Tunus Caddesi’ndeki mütevazı evden “el aldığını” hâlâ pek az insan biliyor bugün.

    Karasu’ya insanları çeken de, onlara itici gelen de aynı durumdur aslmda: Hem dil ve üslup düzeyinde, hem yapı ve anlatım teknikleri düzeyinde titizliği son raddeye taşıyan, edebiyatın başka türlü olamayacağını, oluşamayacağını savunan bir yazar kimliği çıkar karşımıza. Basmakalıp, alışılagelmiş anlatım yollarıyla sınırlı bir okur türü için içinden çıkılamayan değil, içine girilemeyen bir labirenti andırır Karasu’nun yapıtı. Ne var ki yapıtını teknik zenginlikle sınırlamak büsbütün yanlış olur: Dünyası, tematik örgüsü, insan hayatının en çetrefil düğümlerini sabırla çözme uğraşı verişi yanyana getirildiğinde, “biçimci” yaftasıyla yıllar yılı indirgenmek istenen bir ana özelliğin vazgeçilmez bir “biçimsel” gerekirliğe dönüştüğü hemen anlaşılacaktır.

   İlk hikâye kitabı olan Troya’da Ölüm Vardı, özellikle de bu kitabın büyükçe bir bölümünü kaplayan uzun anlatı, işlediği kesit açısından öncülük taşır: İnsan ilişkilerinin etik ve estetik karmaşasına yöneltilmiş o kavrayıcı bakış genç kuşak yazarlarını derinden etkilemiştir. İkinci kitap, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı, bana kalırsa, Türk hikâyeciliğinin doruk örneğidir; gelgelelim, bugün bile öneminin keşfi tamamlanmış sayılamaz. Edebiyatımızda, Kemal Tahir’den Orhan Pamuk’a uzanan bir çizgide tarihin fona alındığı epey örnek ortaya çıkmıştır, ama Uzun Sürmüş'ûn ulaştığı altın denge bence biriciktir. Şüphe yok ki o kitabı bu yanıyla çerçevelemek en hafifinden insafsızlık olur. Zamanında Mehmet H. Doğan’ın ilk dikkat çektiği içeriğinin Türkiye’de 1970’lerde yaşanan olayları Öncelemesi bir yanda; dostluk kavramına yüklediği kavurucu boyutlar bir başka yanda, kitaba her dönemde farklı açılımlar getiren bir özellik yüklemişti.

    Bu iki yapıtı izleyen Göçmüş Kediler Bahçesi (masallar) ve Kısmet Büfesi'ni (metinler) bir bakıma iç-içe yazmıştır Karasu. Anlatı sanatının aynı anda en klasik ve en avantgarde ölçütlerini kurcalarken, insani optiğinin uçlarına uzanmıştır: Aşk, dostluk, ölüm, korku, yalan temel izleklerinden birkaçıdır, öte yandan masallar ve metinler, Karasu’nun görsel sanatlarla ve musikiyle olan birebir ilişkisinin sonuçlarını da okurlara getirebilmiştir.
   
 Karasu, düpedüz bir buzdağıdır, ilk romanı Gece'ye geçen yıl yayımlanan Kılavuz onun roman bağlamındaki çalışmasının topu topu iki ışığıdır, Yıllardır üzerinde çalıştığı ve oylumunu, debisini durmadan geliştirdiğini bildiğim, birkaç ciltten oluşacak anlatısı “Lağımlaranası” günışığına çıkmadan, Karasu’nun romanesk güzergâhını izlemek kolay olmayacaktır.

    Yakından tanıyanlar bilir Bilge Karasu, kurduğu dünyayı bütünlüğüne kavuşturmak için sabırla, piyasa beklentileri nedeniyle acele etmeden, sancılar içinde yol alan ender yazarlardan biridir. Pegasus ödülü’nün sağlayacağı yerel ve uluslararası ilgiyi küçümsüyor değilim, ama Bilge Karasu'nun çok iyi bildiği, tiryakilerine de öğrendiği, aslında bütün iyi okur yazarların bilincinde olduğu bir şeyi anımsatmam belki abes kaçacak: Aslolan edebiyatın iç utkusudur.

    Edebiyatın dış utkusu, yalnızca Bilge Karasu'ya bir uçtan ötekine hakkını vererek okuyacakların sayısının artmasıyla sağlanır. Yoksa Bilge Karasu, nicedir, zaten "orada" duruyor

E.B. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder