KAFKA /YAZMAK


     Düzenli, kararlı bir deyiş Kafka’nınki. Deyişbilimcinin gözünde belki de soğuk, yaban dilde yazdığı için de Çevresi kalın bir çizgiyle kapatılmış, sınırlandırılmış bir söylev. Deyiş birimi gibi konu birimi de hayli ince bir aritmetige dayanıyor bu yazının: Hayvan dünyasını, giderek hayvanlaşmayı hedef aldığında bile “ölçülü” tutuyor sesini; Bachelard’ın da değindiği gibi, Lautreamont’daki yırtıcılığın yerini yumuşak, dingin bir başkalaşma kipi alıyor Kafka’da. Bu durulma eğilimi özellikle yaşamının sonralarına doğru belirginleşmeye başlıyor. 1921’de Klopstock’a yazdığı mektuptaki “Hayvan dünyasını tam zamanında tanımaya başladım” tümcesinin altında sadeliği, bilgeliği arama kaygısı, Doğu söylencelerine özgü yumuşak bir ermişlik edâsı seziliyor. Ya daha önce; 1912’den başlayarak herbir ucundan yırtılmağa koyulan sesin, usul usul çürümeye yüz tutan gırtlağın örttüğü gerçek kimlikte gizlenen nedir öyleyse?

     Yazışmalarının başlangıç evresinde, Felice Bauer, Kafka'dan “ölçülü ve sınırlı” olmasını diliyor, neyi vurguladığı açıklık taşımayan bir mektubuyla. Kafka’nın karşılığı sert olacaktır: “Yüreğim (öteki organlarıma göre) bütünüyle sağlıklı; ama bir insanın kötü yazının karaduygululuğuna olduğu gibi iyi yazının mutluluğuna dayanması da pek o kadar kolay değil. Yazmak olgu suyla ilişkimi değerlendirebilseydiniz, bana 'ölçü ve sınır’ öğütlemekten vazgeçerdiniz”: Bu yumuşak kabuklu yaranın bir kanama yeri var demek ki. “Yazı" denildi mi, sanki ürperiyor Kafka; Baba'nın en eski yasağına Oğul’un en eski başkaldırı yoluyla karşı durduğu yer bu: Baba, Oğul yazısını sürekliliği içinde denetleyen, Aile adına, Kurum adına yazıya Çin Seddi ören merci çünkü. Kafka, tek güçlü kalacağı yer’e büyük bir tutkuyla sarılırken, yaşamının düğümlenme noktası olarak belirliyor yazıyı: “İnsanın zayıflığı her şeye sınır koymaya pek düşkündür” diye sürdürüyor aynı mektubu: “Üzerinde ayakta durabildiğim tek noktaya bütün varım yoğumla bağlanmam gerekmez mi? Yazdıklarım bir hiç oluşturabilir, ama bu, kesinkes, ben bir hiç olduğum içindir”.

    Aynı kaygı kargısı F.B. Kafka’nın “yazmaya eğilim duyduğu” bir başka mektubunda dile getirdiğinde saplanıyor o kırılgan, “çıplak 55 kilo ağırlığındaki” gövdeye. Sarsılarak yanıtlıyor Kafka: “Eğilim değil, eğilim sözkonusu değil, yazmaktan başka neye yararım ben. Bir eğilim yokedilebilir, hiç değilse azaltılabilir. Yazmak demek, ben demek. Elbette ben de yok edilebilirim, ama ne kalır senin elinde?”. Kafka: Zorla, zorlukla yazabilen; yazdığıyla hemen hep doyumsuzluğun eşiğine gelen; son geldiğinde de yazıyı silmeye, yakmaya yönelen Pâlempsesios-bir fare: “Büyük bir evin köşesinde yaşayan bir fareyim ben; yılda en çok bir kez halının üstünden geçmesine göz yumulan bir fare": Marthe Robert’in ustalıkla vurguladığı gibi, Kafka’nın çileye üzerine kocasının cinsel gizilgücünü anımsayan Milena’ya yazılmış birkaç sözcük...

    Mektupların çoğu kez örtmeye, tıkamaya çalıştığı gedik iyice göz önüne getirildiğinde daha da karmaşık bir vurgu beliriyor Kafka'nın yazıyla kurduğu yakıcı ilişkide: iki yanlı bir bağlanmanın içinde yapıyor seçimini: Bekâr kalmayı yeğliyor çünkü yalnızlığı seçiyor; yalnızlığı yeğliyor çünkü yazısının temel (olduğunu varsaydığı) koşulu bu; yazmak zorunda çünkü bunun yaşamasını sürdürmenin tek yolu olduğunu biliyor:

     Yazmak istiyorsa yaşamalı.
     Yazmak istiyorsa yalnız kalmalı.


     Oysa yalnız kalabilmesinin en kestirme yolu da yazmaktan geçiyor;  mektup yazmak; uzakta tutmak; bir-olmak ve ayrı-olmak; ilişkiyi bitirmemek, ama ilişkide bitişmemek; “ölçü”ye ve “sınır”a sırt dönmek:  "Bir gün, yazdığım sırada yanımda oturmak istediğini yazmıştın; oysa, düşün bir kez: Hiç yazamazdım o zaman, hiç mi hiç yazamazdım. Yazmak ölçüsüzlüğe açılmak demektir”.

 Onsuz yaşayamam, onunla da yaşayamam dediği F.B.’ye yazdığı bu mektubu paylaşılmazlığın dile gelişi olarak yorumlamak gerekiyor belki de. Pek çok metninin gizli tabakasını oluşturan bu “bir başına olmak” zorunluğu evliliği olanaksız, nişanlılığıysa kesintisiz kılacak zamanla. Maurice Blanchot önemli bir saptama yapıyor bu çerçevede: Evlilik anına, karar’a yaklaştıkça Kafka'nın yalan söylemeyi sıklaştırdığını, babasının annesiyle kurduğu “tiksinti uyandırıcı” ilişkiyi unutamayarak kaçış yollarını aradığını belirtiyor.

     Prag'dan, 1923 sonunda gene Klopstock’a yazdığı bir mektupta, yazıyla ve yazı’nın varolması için gereken yalnızlıkla ilgili sınır bir benzetme yapıyor: Bir deliye delirmesi, bir kadına gebeliği ne ölçüde kilitliyse, Kafka’ya da yalnızlık ve yazı o ölçüde yaşamsal geliyor:

 Max Brod’a bir yıl önce yazdığı bir başka mektupta somutluyor bu ürkütücü ilişkiyi: “Eklemem gerekli ki, yolculuktan korkuyorsam, bu, çalışma masamdan birkaç gün uzakta kalmayı gözüm yemediği için. Ve bu gülünç yaklaşım en doğrusu gene de, çünkü yazarın varlığı masasına bağlıdır, delilikten kurtulmak istiyorsa ondan uzaklaşmamalı, bütün gücüyle dişlerini masaya geçirmelidir”.

    F.B.’ye çizdiği “hâlâ eksik gece” ve “mahzenin dip odası”, Kafka’nın bu karabasanlı dünyadaki aydınlık düşülkesi. Dış dünyayla ilişkisini yalnızca mektuplarla sürdürmek istiyor - o da ilişkiyi askıda bırakmanın en iyi yolu olduğu için. Mağaradan, hepimizin içinde gizli duran o tekil kovuktan gelen bu ses, birleşmek istemiyor.


*
E.B.
Gönderen'den

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder