BENLİK

"Uzun sessizliği öğrenmelisin, ruhunun dibinde bulunduğunu kimse söylemez sana. Bunun sebebi, sadece suratının asık ve suyun bulanık olması değil, ama ruhun çok derin olmasıdır."

*

"Sessizliğime ihanet etmemeyi sessizliğim öğretti bana."

"bu benim en sevdiğim sanatım" 

*

"Daima gizlenmeli; insan ne kadar yükseğe çıkarsa, o kadar gizlenmeye gerek duyar."

*

"Yolun kenarına oturuyoruz; hayat sarhoş maskeler dizisi gibi oradan geçiyor."

*

"Hüzünlü olaylar karşısında ayak direyen tiksinti, her ıstıraba kapalı ve duyarsız kulak, yılgınlık göstermeyen güleç bir yüzeysellik."

*

"Bizim yanımızda kal, alaycı boşluk."

*
               
"Biz ciddiyiz, uçurumu tanıyoruz; bunun içindir ki her ciddi­yete karşı kendimizi savunuyoruz. "

*

 "Kendine özgü zevkleri olan bir insan yalnızlığına saklanıp kapanmış, iletişim kurulamıyor, iletişimsiz, belirli ölçülere sığmıyor, üst türden biri, kısaca farklı: Onu tanıyamayacağınıza, hiçbir şeyle kıyaslayamayacağınıza göre, nasıl değerlendirebilirsiniz?"

*

"Kurnazca küçümsemek bizim zevkimiz, bizim ayrıcalığımız ve sanatımız, belki erdemimiz, bizler, modernlerin arasındaki modernler... Korkusuz olan bizler, bu çağın en zeki insanları olan bizler, üstünlüğümüzü, üstün zekalı olma özelliğimizi hayli iyi biliyoruz, bu çağda tasasız yaşamak için zekâmızı kullanıyoruz. Bizi ortadan kaldırmaları, içeri tıkmaları, sürgüne göndermeleri ihtimal dahilinde görünmüyor. Artık kitaplarımız yasaklanmayacak, yakılmayacak. Küçümseyen sanatçılar olduğumuzu yaşadığımız çağa hissettirsek de; insanlarla bütün ilişkilerimiz bizde hafif bir korku uyandırsa da; yumuşaklığımıza, sabrımıza, gönül okşayıcılığımıza, saygımıza rağmen, insanlara karşı duyduğumuz tiksintiden kendimizi alıkoymayı beceremesek de: doğa daha az insanca olduğu zaman onu daha çok sevsek de; sanat sanatçının insandan kaçışını yansıtırken ya da sanatçının kendisiyle veya insanla acı acı alay ederken biz sanatı sevdikçe; çağ zekâyı seviyor, bizi seviyor demektir..."

*

"Tiksintiye karşı içimde hoş olmayan, neredeyse sinirsel bir eğilim var: bu durum hayatımı çok karmaşıklaştırdı.

*

"İçgüdünün kusursuz otomatizmine bir kez ulaşıldı mı, yaşama sanatında her şeye egemen olunur, mükemmeliyet oluşur"

*

"Gerçekliğin karşısında acı çekmek demek, o gerçeklikten yoksun kalmak demektir."

*

"Sanat, hayatı reddetme iradesine direnen biricik güç... Sanat, hayatın metafizik etkinliği..."

*

"Bizim neler konuştuğumuzu bilen o kadar az insan var ki."

*

"Güney'in her yönüne ihtiyacımız var; dizginlerinden boşanmış güneş ışını."

*

"Etrafınıza küçük şeyler yerleştirin; eşsiz güzelliği olan iyi şeyler"


*


 Zihnin münzevileri olmaya, kendi gibi akıl sahibi insanlarla sohbet etmeye, diğer varlıklardan daha çok sanatla teselli olmaya ihtiyacımız var. Ayrıca, başkalarını bizim gibi düşünmeleri için değiştirmeye çalışmak istemiyoruz çünkü onlarla aramızdaki uçurumun doğa tarafından oluşturulduğunu duyumsuyoruz. Acıma, bizim için tanıdık bir his haline geliyor. Gittikçe daha da sessizleşiyoruz...


*

 Düşüncelerinin gemisi öyle derinden yüzüyor ki, onunla bu dostane, ciddi, anlayışlı insanların arasında yol alamayacağın kadar derinden yüzüyor. Sığ yerler ve kumluklar çok fazla orada: dönmek ve yön değiştirmek zorunda kalacaksın ve sürekli mahcup olacaksın, çok geçmeden onlar da mahcup olacaklar - nedenini çözemedikleri mahcubiyetin yüzünden.   


 *

 Derin bir sonuç çıkartmaya ve görüşe izin veren asil ve tehlikeli bir dikkatsizlik vardır: hiçbir zaman arkadaş sıkıntısı çekmeyip, sadece konukseverliği bilen ve sadece konukseverlik uygulayan ve nasıl uygulayacağını bilen -ister dilenci, ister kötürüm, isterse kral olsun, kalbini ve evini girmek isteyen herkese açan, kendinden emin ve aşırı zengin ruhların dikkatsizliği. Bu özgün bir iyi huyluluktur: buna sahip olanın yüz tane "arkadaşı" vardır ama muhtemelen hiçbir dostu yoktur.


*


- Kalbimizin iletişim kurabilirliği konusundaki kuşkularımız;
  seçilmiş değil, verilmiş bir şey olarak yalnızlık.

- Her zaman bir kisveye bürünmüş olmak: türü ne kadar yüksekse,
 bir insan o denli takma ada ihtiyaç duyar. Tanrı var olmuş olsa, nezaketi gereği kendini
  dünyaya sadece insan olarak göstermek zorunda kalırdı.

- Sessiz kalma kabiliyeti: ama dinleyicilerin huzurunda bundan bir sözcük bile etmemek.

- Sürdürülen düşmanlıklara tahammül: kolay uzlaştırılabilirlik eksikliği.

- Demagojiye, "aydınlanmaya, "rahatlığa" aşağı tabaka laubaliliğine karşı tiksinti.

- Kıymetli eşya koleksiyonu, yüce ve zor beğenen bir ruhun ihtiyaçları;
 müşterek hiçbir şeye sahip olmama arzusu.

 İnsanın kendi kitapları, insanın kendi manzaraları.


*

 Bahçelerimizin ve saraylarımızın anlamı şudur (ve bu kapsamda ayrıca zenginlikler için duyulan arzuların tamamının anlamı): düzensizliği ve bayağılığı görüşten uzaklaştırmak ve ruh asaleti için bir ev kurmak.

Muhakkak ki çoğunluk bu güzel ve huzur dolu nesneler kendileri üzerinde kullanıldığında daha yüksek mizaçlara sahip olacaklarına inanıyorlardır: İtalya'ya gitmeler ve seyahatlere çıkmalar vs.; kitap okumalar ve tiyatro ziyaretleri bundan dolayıdır. Kendilerini biçimlendirilmek isterler - kültürel aktivitelerinin anlamı budur! Halbuki güçlüler, kudretliler biçimlendirmek isterler ve artık üzerlerinde yabancı bir şey istemezler!

Böylece insanlar, kendilerini bulmak için değil, kendilerini içinde kaybetmek ve unutmak için vahşi doğaya dalarlar. Güçsüzlerin ve kendinden memnun olmayanların arzusu olarak "kendi kendinin dışında olmak".

*

Asil nedir? - İnsanın sürekli olarak rol oynamak zorunda oluşudur. Sürekli poz yapma ihtiyacı duyduğu durumlar aramasıdır. Mutluluğu büyük çoğunluğa bırakmasıdır: ruhun huzuru, erdem, rahatlık, Spencer tarzı anglo-anjelik esnaflık olarak mutluluğu. İçgüdüsel olarak ağır sorumluluklar aramasıdır. En kötü ihtimal kendinden gelse bile, her yerde nasıl düşman edilebileceğini bilmesidir. Sürekli olarak büyük çoğunluğa sözlerle değil ama eylemlerle ters düşmesidir.

*

 Alınyazısı olan, kendilerini taşımakla alınyazıları taşıyan insanlar, kahramanca yük taşıyan türün tamamı: ah, bir kez olsun nasıl da dinlenmek isterler! En azından birkaç saatliğine kendilerini ezen şeyden kurtulmak için güçlü kalplere ve enselere nasıl da susamışlardır! Ve ne kadar boşuna susamışlardır! - Bekliyorlar; geçen her şeye bakıyorlar: hiç kimse onlara ıstıraplarının ve tutkularının binde biri kadar bile yaklaşamıyor, hiç kimse ne şekilde beklediklerini sezmiyor - Eninde sonunda dünyevi sağgörünün ilk parçasını öğreniyorlar -artık beklememeyi; ve sonra bir başkasını: cana yakın olmayı, ılımlı olmayı, bundan böyle herkese tahammül etmeyi -kısacası, şimdiye kadar tahammül ettiklerinden biraz fazlasına tahammül etmeyi öğreniyorlar.

*

Muazzam ve gururlu bir soğukkanlılıkla yaşamak; sürekli ötede - Birinin duygularına, lehte ve aleyhte gönülden katılmak ya da katılmamak, buna tenezzül etmek saatlerce; ata biner gibi, sık sık da eşeğe, oturmak üzerlerine: - İnsan onların bönlüğünden ve aynı ölçüde ateşinden yararlanmayı bilmeli. Onun üç yüz yıllık görünüşü korunmalı; kara gözlükleri de: Çünkü kimsenin gözümüzün içine bakmadığı durumlar vardır, hala "temeller"imizin görülemediği. Ve şu yanımızda bulunacak insanları seçmedeki çapkınca ve sevinçli kötülük, nezaket ve dört erdemin ustası olarak kalmak, yürekliliğin, sezginin, duygudaşlığın, yalnızlığın.

*

 Çünkü, yalnızlık, bir erdemdir bize, incelmiş bir eğilim, insanlar arasındaki ilişkileri bulup çıkaran bir temizlik itkisidir, - "toplumda" - kaçınılmaz kirlilikte yürütülmek zorunda olan. Her toplum, insanı, bir biçimde, bir yerde, bir zaman - "sıradan" kılar.  

*

“Dişlerimi sıkarak, tıpkı istemeden kumu ısıran vahşi bir dalga gibi dişlerimi sıkarak, sığlığınızın sahillerine vuruyorum.”



Sessizliği öğrenmek, belki de konuşmanın arkasına gizlemek; ferahlama, gözyaşı ve yüce avuntu anları için kuytu köşeler ve keşfedilemez yalnızlıklar yaratmak - ta ki sonunda "seninle ne işim var?" diyebilecek ve kendi yolumuzda gidecek kadar güçlü olana kadar.

*

Fakirliğe ve isteğe ve ayrıca hastalığa tahammül.

*

Çok Uyumak. - Eğer insan yorgun ve tok ise canlanmak için ne yapmalı? Birisi kumarhaneyi diğeri Hıristiyanlığı, üçüncüsü elektriği öneriyor. Ama en iyisi, sevgili melankoliğim, çok uyumaktır ve öyle de kalacaktır, gerçek ve mecazi olarak! Böylece insan sabahına tekrar kavuşacaktır. Yaşam bilgeliğindeki marifet, her türlü uykuyu uygun zamana yerleştirmeyi bilmektir.

*

Yeni Yaşamın iki Temel İlkesi.-Birinci ilke: kişi yaşamı en kesin, en kanıtlanabilir olana doğru kurmalı: şimdiye kadar yapıldığı gibi, en uzak olana, en belirsize, ufuğu ve bulutu andırana doğru değil. İkinci ilke: kişi yaşamını kurmadan ve ona kesin bir yön vermeden önce, en yakın ve yakın olanın, en kesin ve daha az kesin olanın sıralamasını saptamalı.

*

Kişi birşeye yaşantı yoluyla açık değilse, onu duyacak kulak
da yoktur onda... 

*

 Günün en az üçte ikisine kendisi için sahip olmayan kişi, devlet adamı, tüccar, memur, bilgin, ne olursa olsun bir köledir.

*

Her insanın hayata katlanmak için kendi reçeteleri vardır (hayat bir defa bile olsa çekilmez geldiyse, kâh hayatı kolaylaştırmak kâh kolaylığı sürdürmek için bu reçeteyi kullanır), bir suçlu bile bunu yapar.


*

 ...hayatı hafifletmek değil ama hayatı hafife almak. 


*

"Kendimizi gerçeğin büyüsüne bırakmayı öğrenebilirsek tanrılar gibi kolay bir hayat yaşayabiliriz”, 

“Sonuç olarak, özgürlükte tinler hafiflikte yaşayan tanrılardır”. 

 “Amaç, okuyucu ayak parmakları üzerine kalkabilecek derecede esnek bir tabiata kavuşturmak”,

“Özgür düşünce, peri masalları, şehvet, insanı ayak parmakları üzerine kaldırır.”


*

Nasıl dayanabildim buna! Nasıl üstesinden gelebildim böyle yaraların? Ruhum, bu mezarların içinden nasıl yeniden dirilebildi?

 Evet, yaralanamaz, gömülemez, kayaları parçalayan bir şey var bende; onun adı da benim istencim. Suskun ve değişmeksizin, yılların içinden geçip gitmekte.

Benim ayaklarımla sürdürmek istiyor yürüyüşünü o yaşlı istenç; anlam, onun için yürek kadar katı ve yaralanamaz.

Yaralanamazlığım topuğumda sadece. Sen, hâlâ orada yaşamakta ve kendine benzemektesin, sabırlıların en sabırlısı! Hâlâ tüm mezarları kırıp geçirmektesin.

İçinde hâlâ gençliğimin özgürleşememiş yanı yaşamakta ve sen, yaşam ve gençlik olarak, umut ederek oturmaktasın buradaki sarı mezar kalıntılarının üstünde.

 Evet, benim için hâlâ bütün mezarları parçalayansın: Selam olsun sana istencim. Ve diriliş ancak mezarların bulunduğu yerde vardır.

*

"Benim gibi yalnızlar, başkalarına yavaş yavaş alışırlar, en
değerli gördüklerine bile."

*

"Amerikalıların, altına hücumu ve soluksuz bir hızla çalışması ... şimdiden eski Avrupa'ya yayılıyor ... İnsan şimdiden durağanlıktan utanıyor; uzun süreli durup düşünme neredeyse insanlara vicdan azabı veriyor. İnsan elinde bir saatle düşünüyor, tıpkı finans sayfalarını okurken yemeğini yiyen biri gibi ... her türlü biçim işçilerin acelesiyle yok ediliyor ... insanın artık törene zamanı ve enerjisi yok ... iş giderek tüm vicdan rahatlığını kendi yanına çekiyor; neşe arzusu, şimdiden kendine 'toparlanma ihtiyacı" diyor ... "insan sağlığını ona borçlu" -kırda gezmeye giderken yakalanan biri böyle diyor. Çok geçmeden, vita contemplativa [düşünsel hayat] (yani fikirlerle ve dostlarla bir yürüyüşe çıkma) arzusuna kendimizi bırakmayacağımız bir noktaya gelmemiz de mümkündür ...

 "Amerikan hızının" yarattığı en ciddi tehlike derin düşünmenin yok olmasıdır.

*

Yüksek düzeydeki insanlar kendilerini, alt düzeydekilerden, . . . bakarken düşünmeleriyle
ve ölçülemez kadar fazlasını duymalarıyla ... ayırırlar ... Yüksek düzeydeki insan ... kendi doğasının düşünüp taşınan bir doğa olduğunu söyler, bu yüzden de aynı zamanda hayatın fiili şairi ve süregiden yazarı olduğu gerçeğini görmezden gelir. Hiç şüphe yok ki bu dramanın aktöründen, eylem adamı denen kişiden çok farklıdır; ama salt bir izleyiciden ve sahnenin önündeki festival ziyaretçisine daha da az benzer. Şair sıfatıyla, kesinlikle vis comtemplativa (düşünüp taşınma gücüne] sahiptir ... ama diğer yandan ve her şeyden öte, görünüşler ve genel inanç ne doğrultuda olursa olsun, eylem adamının yoksun olduğu vis creativa'ya [yaratıcı güce] da sahiptir. Henüz orada olmayan bir şeyi gerçekten ve sürekli olarak yapanlar biziz, düşünen-yenifikirlere- açık-olanlarız: sürekli büyüyen bütün bir değerlendirmeler, renkler, ağırlıklar, perspektifler, ölçüler, olumlamalar ve olumsuzlamalar dünyasını biz yaratırız. Mucidi olduğumuz bu şiir pratik denen insanlar [aktörlerimiz] tarafından sürekli içselleştirilir, talim edilir, ete kemiğe ve gerçekliğe tercüme edilir, hatta basmakalıplaştırılır ... ama dünyayı yaratmış olan biziz ...

*

Bir gün, muhtemelen de yakında, öncelikle büyük şehirlerimizde bir şeylerin eksik
olduğunu kabul etme ihtiyacı hissedeceğiz: düşünmek için sessiz ve geniş yerler -
yağmurlu ya da fazla güneşli [Cenova ya da Torino gibi] havalar için uzun ve yüksek
tavanlı sıra kemerler, bağırış çağırış ve araba gürültüsünün gelmediği yerler ... düşünüp
taşınmanın ve kenara çekilmenin yüceliğine ifade kazandıracak koca bir binalar
ve siteler kompleksi . .. Kendimizi taşlara ve bitkilere tercüme etmek isteriz; bu geçitler ve bahçelerde yürürken kendi içimize yolculuklara çıkmak isteriz.

*

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder