ÇALIŞMA & MUTLULUK

"Kişinin işinde adım adım ilerleme kaydetmesi
muazzam bir sevinç verir." 

Protestan anayurdunun çalışma ahlakı Nietzsche'nin içine işlemişti. Mutluluk, "mavi gökteki" mutluluk (anlamlı, hayatın tanımı olan mutluluk) çalışmaktır, der Zerdüşt'te. Daha doğrusu bir üründür, tek kesin çalışma kanıtıdır. Defterlerine de, "üretkenlik olmadan hayat değersiz ve katlanılmazdır," diye yazmıştır. Haziran başında Rohde'ye gönderdiği mektupta şu sözler vardır:

"Makul ölçüde üretken bir havadayım, bu yüzden de neşeliyim, kız kardeşim
burada, kısacası mutluluğu bildiğim kadarıyla mutlu birine benziyorum." 

Ama gerçekte profesör olarak kaldığı müddetçe Nietzsche'nin azimli, Protestan vicdanını tatmin edecek üretimin gerçekleşmesi olanaksızdı:

"Üretken bir varlık olarak temelde ne kadar melankolik ve moralsiz olduğumu tahmin
edersin!" [diye yazar von Gersdorff'a Nisan'da] Tek istediğim şey biraz özgürlük, yaşamak ve kendimi savunmak için biraz gerçek hava. Beni hapseden birçok, sayılamayacak
kadar çok özgürlük-yokluğu beni öfkelendiriyor. İnsan özgürlük-yokluğundan, mahpusluğun çilesinden ve ağırlığından bu kadar az kurtulabilirken gerçek üretimde bulunmak söz konusu olamaz."

Carl Fuchs'a gönderdiği bir mektupta Liszt'in bir sözünü hatırlatır: pek çok kişi başarıdan yoksun kalmaktadır, çünkü "beklemek istememekte", acele etmektedir. Kendisi için de Shakespeare'den (Hamlet) bir alıntı yapar: "hazır olmak her şeydir":

İnsan ne istediğini kaderin görmesine müsaade etmemelidir ... En derindeki mizacım
bir şeyi yıllar boyu barındırıp kendime onu tanıma izni vermemek ama beni
sardığında onu kucaklamaktır; "hazırım" demektir.



***

Nietzsche kendini yetiştirmenin çok çalışma gerektirdiğinin altını çizer (onun daha çocukluğundan beri "Protestan çalışma etiğine" bağlı olduğunu görmüştük). Hıristiyanlara (bazılarına) dair daha anlamlı şikayetlerinden biri de onların manevi bakımdan tembel oldukları, "kusursuzluğa giden daha kısa bir yol bularak" "ahlakın taleplerinin getirdiği yükten" kaçtıkları konusundadır


Mutluluk Paradoksu

Nietzsche şu sorunla ilgili bir uyarı yapar: 

"Birey ne ölçüde mutluluk isterse istesin, ona mutluluğa giden yolu gösterecek bir reçete verilmemeli. Çünkü bireysel mutluluk başkalarının bilmediği kişisel kanunlardan çıkar, dışarıdan gelen reçeteler onu sadece engelleyip köstekler. "

Bireysel mutluluğun koşulları, tıpkı bireysel sağlığın koşulları gibi o kadar değişkendir ki bu konuda sunulacak hiçbir genel reçete yoktur. Fakat Nietzsche somut bir mutluluk "reçetesi" vermese de, nasıl mutlu olunacağı konusunda nispeten soyut nitelikte çok şey söyler. Düşüncesindeki doğrultunun ipucu, insanlığın geleceği için kendini "feda etmenin" feda filan olmayıp, "mutluluğun olumlu anlamda artırılması" olduğunu söylemesinde bulunabilir. Burada, daha önce kısaca değindiğimiz mahut "mutluluk paradoksundan" bahsetmektedir: 

Deneyim gösteriyor ki doğrudan mutluluğu amaçlamak ters etki yapmakta, "mutluluk peşine düşmenin" ta kendisi mutluluğu erişilemez kılmaktadır. ("Umutsuz ev kadınları" devamlı acı çeker.) Bunun sebebi mutluluğun ancak mutluluk dışında bir faaliyete tutkuyla bağlanmak olmasıdır, bu bağlanma mutluluğun değil, o faaliyetin sonucuna odaklanmamızı gerektirir.

 Mutluluk hedefi, demektedir Nietzsche (bana kalırsa haklı olarak), ancak dolaylı olarak takip edilebilir, çünkü mutluluk felsefi tabirle başka bir şeye tutkuyla bağlanmanın "yan ürünüdür" : İnsanın önem verdiği şeyi iyi yapması -ya da en azından bu ümidi taşımasıdır.  Nietzsche'nin bunu söylemek istediği, Zerdüşt'ten daha önce alıntıladığımız pasajda açıkça ortaya konmuştur. Nietzsche'nin ikinci benliği, "ne önemi var mutluluğun, ben eserimin peşindeyim yalnızca" demesi karşısında hayvanlar, "gök mavisi bir mutluluk denizinde yüzmüyor musun? " derler; bu da Zerdüşt'ü, hayvanların gizli stratejisini tahmin etmesine acıyla gülümseyerek öyle olduğunu kabul etmeye zorlar. Mutluluk "çalışmanın" yan ürünüdür. İyi ama ne tür bir "çalışma? Bu soruya cevap vermeden önce bir anlığına konudan sapıp Nietzsche'nin mutluluk anlayışında örtük olarak bulunan, önceki bölümde özetlenen fakat tam olarak ele alınmayan görünüşteki bir çatışmaya göz atmak istiyorum.

Destansı-/ İdilik

Gezgin ile Gölgesi'ni tartışırken, 1870'lerin sonundaki Nietzsche'yi Helenistik dönem yaşam filozoflarıyla, hepsinden önce de Epikuros'la ilişkisi içinde değerlendirmek gerektiğini söylemiştim. Söz konusu filozofların "bilgeliklerinin" hedefi, ana unsuru ataraksiya, dinginlik olan bir mutluluğa erişmekti. Yine belirttiğim gibi, bu Helenistik mutluluk anlayışının büyük bir kısmı Gezgin'de kendini yine gösterir:

Örneğin kendimizi insani meselelerin ciddiyetinin üzerine çıkarıp bu ciddiyeti "komik" bulmak ve böylece ruh huzurumuzu korumak için, ölümün kaçınılmazlığı üzerine tefekküre dalmaya, zaman ve mekanın sonsuzluğundaki sıfıra yakın önemsizliğimizi düşünmeye cesaretlendiriliriz.

Bu Helenistik mutluluk anlayışı dönemin defterlerinde daha da çok öne çıkmıştır. Bu defterlerde örneğin "neşenin üç yüzü", "yükselme" (insan ciddiyetinin üzerine), "aydınlanma" (muhtemelen entelektüel hazlardan alınan keyif) ve "huzur" (ruh huzuru) olarak sayılır. Fakat en iyisi dördüncüsüdür: "bir içindeki üç", yükselme, aydınlanma ve huzur üçlüsünün bir birlik içinde toplanmasıdır. Kısa süre sonra Nietzsche "yükselme" fikrine dönerek " [manevi] yüzme ve uçma . . . duygusunu" "en yüksek iyi" olarak adlandırmaya meylettiğini yazar. Fakat tüm bu ataraksiya-merkezli mutluluk resimlerinin sorunu, çok pasif görünmeleri, bir davaya tutkuyla bağlanma fikriyle pek uyuşmamalarıdır. Bunlar Zerdüşt'ün "işiyle" uyuşmadığı gibi, Nietzsche'nin kendisinin Batı kültürünün yenilenmesine tutkuyla bağlanmasına da uymaz. O halde Nietzsche'nin mutluluk anlayışının içinde saklı -bir çelişki-, pasif ile aktif arasında bir çelişki yok mudur? Görünüşün aksine ben bir çelişki olmadığını düşünüyorum. Gezgin döneminden kalma başka bir notta St. Moritz civarındaki yaz manzarasından bahsederken Nietzsche şöyle der:

Önceki akşam Claude Lorrain tarzı kopuşa öyle kapılmıştım ki en sonunda gözyaşlarına
boğuldum. Hala bunu yaşayabiliyor olmak! Yeryüzünün böyle bir şeyi kendisinin
sergileyebileceğini asla tahmin etmezdim; bu tür manzaraları iyi ressamların
icat ettiğini düşünmüştüm. Destansı-idilik, şimdi benim ruhumun keşfi oldu.



Bu notun teması Gezgin'in "Et in Arcadia ego" (Arkadia'da bile ben varım) başlıklı, daha önce alıntıladığımız pasajda yeniden ortaya çıkar. Burada "Arkadia" klasik mitolojinin pastoral cennetidir. Nietzsche cennete dair fikrinin Helenik kahramanlarla dolu Poussin ya da Claude Lorrain manzarası olduğunu söyler. Kafasındaki idealin, tıpkı onlarınki gibi, "bir ve aynı anda destansı ve idilik" bir duygu olduğunu da ekler. Burada pastoral manzaralar ile destansı -"epik" de diyebiliriz"- dramaların, umumiyetle Antik Yunan ve Roma mitolojisinden alınan temalarda görünüşte paradoksal birleşiminden bahsetmektedir. Bu yüzden, örneğin bir Claude tablosunun hakim havası dinginlikken ve hakim sahne pastoral cennetken -figürler genellikle doğanın yanında küçülmüştür- konu irkiltici başlıklarla gösterilir: "Apollon'un Öküzünü Çalan Merkür", "Europa'nın Kaçırılışı", "Filolarını Ateşe Veren Troyalı Kadınlar" vb. Destansı-idiliğin ilk izini İnsanca, Pek İnsanca'da, Nietzsche'nin "sanatçının ve filozofun mutluluk vizyonundan" bir tür "dingin galeyan", aktif "yüzerlik" diye bahsetmesinde görüyoruz. Bana göre bu durum Nietzsche'nin "destansı-idiliğinin" Martin Heidegger'in Gelassenheit ["sükunet"] dediği şeye, yani aynı anda aktif olan dinginliğe, her türlü sanat ya da zanaatta ustalıkla el ele giden dinginliğe yakın bir şey olduğunu gösteriyor. Nietzsche İyinin ve Kötünün Ôtesinde'de bu dinginliğin her sanatçının en yüksek yaratıcılık anlarının karakteri olarak gördüğü "zorunluluk", çaba gerektirmeyen akış, bilinçli tercihin yokluğu olduğunu belirtir, Örneğin konser veren bir kemancının dingin rahatlığını düşünün, bu hal aynı zamanda yoğun bir konsantrasyon, üstün bir beceri halidir. Bana kalırsa Nietzsche çok haklıdır: dinginlik ve faaliyet -"destansı" faaliyet dahil- karşıt şeyler değildir, tek bir halde birleşebilir.

***

Bir bütün olarak topluma faydalı yaşamı-tanımlayıcı temel bir projenin hükmünde birleşik bir benlik olarak kendi kendini yarat ( " kendi bahçe düzenlemeni yap"). Fakat Nietzsche pek çok kesimde aforizmalarla yüklü bir tarz kullanır -nasıl mutlu olunacağına dair gayet somut tavsiyeler verir; bu tavsiyeler tekil durumlarla az çok alakalı olabilir. Bu danışmanlıklar üç başlık altına toplanabilir:

kendine bakmak, başkalarının dünyasında
gezinmek, başkalarını etkilemek.

Kendine Bakmak. Bu başlık altında örneğin ne sessiz kalabildiğimiz ne de bizim için gerçekten önemli meseleleri konuşabildiğimiz sosyal çevrelerden kaçınmamız söylenir (çoğunlukla hısımların bulunduğu ortamın sorunu budur), ayrıca "küçük insanların" (ofis siyaseti) kötülüğünden kaçmak için bol miktarda yalnızlığa ihtiyacımız olduğu da eklenir. Başka kesimler Nietzsche'nin kaygılarının psikoterapi ile yoganın kesişiminde durduğunu gösterir. Örneğin bedenen ve ruhen kronik hastalıkların genellikle tek bir travmadan değil uzun zamana yayılan kötü alışkanlıklardan kaynaklandığını söyler. Örneğin az nefes almak akciğer enfeksiyonlarına yol açabilir ve bunun tek tedavisi de düzenli olarak yere yatıp çeyrek saatlerde çalan bir saat kullanarak çeyrek saat boyunca derin derin nefes almaktır. Benzer şekilde, insan çevresiyle sorun yaşıyorsa suçun kendi alışkanlıklarında olup olmadığını düşünmelidir.

Her iki koşulda da tedavi ağır ağır gerçekleşmelidir. Yine hem gerçek hem metaforik uyku, bunalımın en tedavi edicisidir:

"Yaşam bilgeliğindeki marifet, her türlü uykuyu uygun zamana yerleştirmeyi bilmektir."


***

Goethe:
"İnsan ancak çılgın olduğu sürece çabalar."

 Nietzsche'nin özgürlük anlayışı mutluluk anlayışıyla yakından bağlantılıdır. "Mutluluğumun formülü", diye yazar, "bir evet, bir hayır, düz bir çizgi, bir amaç": bir başka deyişle hayatı tanımlayan bir dava. ( Daha önce belirtildiği gibi, en çok kıskandığı hayatın İtalyan yurtsever Giuseppe Mazzini'ninki olduğunu anlatmıştı Malwida'ya, zira bu adamın "tek bir fikre" -İtalya'nın Birliğine- "mutlak yoğunlaşması" onu "güçlü bir alev gibi yakıyordu".) Yine bu nokta Alacakaranlık'ın en unutulmaz aforizmalarından birinde karşımıza çıkar:

Kişi yaşama ilişkin kendi nedenine sahipse, bunun nasıl olduğuyla pek de ilgilenmez.
İnsanın amacı mutlu olmak falan değildir; yalnızca bir İngiliz'in amacıdır bu.

Buradaki "İngiliz", hepimizin hayattaki amacının "en çok sayıda kişinin en fazla mutluluğunu" sağlamak olması gerektiği şeklindeki "faydacılık" ilkesini savunan John Stuart Mill'dir. Aforizma "mutluluk paradoksunun" yeniden kendini göstermesidir. Doğrudan aranan tek mutluluk türü "İngiliz mutluluğudur", "aptalca bir kolaylık ve memnuniyet doktrini"dir; aptalcadır, çünkü İngiliz mutluluğunun peşine düşmenin sonucu sıkıntı ve hüsrandır. Hakiki mutluluk, daima kişinin "çalışmasının" yan ürünüdür ve hayatının "düz çizgisine", hayatını tanımlayan "amacına" aktif olarak bağlanmasıyla mümkündür.

Ama mutluluk için odaklanmış bağlılıktan fazlası gerekir. Nietzsche'nin vurguladığı -aşırı vurguladığı- gibi bir sosyalist, işçi devrimi davasına bağlı olabilir, ama yine de kapitalist zalimlere hınçla (ressentiment) dolduğundan mutlu olamayabilir. Mutluluk, hıncı, bastırılmış nefreti ve intikam arzusunu aşmayı gerektirir; insan geçmişte kendisine yapılan kötülüklerden (örneğin Salome olayı) "arınmak" için, Nietzsche'nin en meşhur (ama en iyi olmayan) vecizesinde ifade edildiği gibi, şu tutumu sergilemelidir: "Beni öldürmeyen şey beni güçlendirir". Bunun için mutluluk hissini aşmak da gerekir. Örneğin Aziz Pavlus (Nietzsche'nin değil benim örneğim) İncil'i yayma davasına bağlıydı ama bu bağlılığının altında daha önce insanlara eziyet etmesinin derin suçluluğu -kendisine karşı hınç- vardı. Dolayısıyla yine böyle bir kişi de mutluluktan çok uzak olacaktır. Mutlu olmak isteyen kişi, der Alacakaranlık'ta, "eylemlerinin karşısında korkaklığa kapılmamalı! Onları sonradan ortada bırakmamalı! Vicdan azabı, yakışıksızdır!"

Kişinin kendisine yapılan kötülüklerden "arınması" gerektiği gibi, başkasının yaptığı eylemlerden arınması da gereklidir. Kısacası, insanın amacını ve kimliğini tanımlayan "düz çizgi" onun hayatını öyle bir şekilde "anlatmalıdır" ki onun yaptığı ya da ona yapılan her şeyin bir bütün olarak hayatındaki gerekçesi, "kefareti" mümkün olsun. Nietzsche tüm bunları Goethe'ye bir övgüde özetler -onun insani kişiliğine başka herkesin kişiliğinden daha çok hayrandır.

 Goethe gibi bir ruh, der, özgürleşmiştir, neşeli ve güvenen bir kadercilikle duruyor evrenin ortasında, yalnızca bireyin hor görülesi olduğu, her şeyin bütünde çözüldüğü ve olumlandığı inancıyla -artık olumsuzlamıyor her şeyi ... Böyle bir inanç ise, olası tüm inançların en yücesidir: onu, Dionysos adıyla vaftiz ettim.


*
Julian Young / Nietzsche

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder