Dionysos


 Overbeck, 8 Ocak 1889 tarihinde akıl hastası dostunu vatanına geri götürmek üzere Turin’e geldi. Delice içerikleri olan mektuplar (A. Heusler ve J. Burckhardt’a), danıştıkları Basel’li psikiyatr Wille’nin derhal müdahale edilmesini istemesine neden olmuştu. Nietzsche gerçekten de çökmüş görünüyordu. Bir gün önce sokakta düşmüştü.

Overbeck onu “bir divanın üzerinde büzülmüş” halde buldu; “bana doğru koşuyor, sıkıca sarılıyor ve kasılmalarla tekrar divana gömülüyordu. Yüksek sesle şarkılar söylüyor, piyanoda hızlı parçalar çalıyor, tuhaf danslar yapıyor, zıplıyor ve “tarif edilemez kısık bir sesle kendisi hakkında, ölmüş tanrının halefi olarak muhteşem ve olağanüstü ileri görüşlü ve söze dökülemeyecek kadar korkunç şeyler anlatıyordu.” (Bernoulli 2, 22 ve devamı). Nietzsche daha da çöktü ve 1900 yılına kadar ruhen felçli halde yaşadı.

Asıl soru, hastalığın ne zaman başladığıdır. Mektuplar, 27 Aralık 1888 tarihinden önce hiçbir delilik belirtisinin olmadığını göstermektedir. O tarihte Fuchs’a anlaşılır bir mektup yazmıştır, ama aynı gün Overbeck’e de şöyle yazmıştır: “Alman karşıtı bir birlik amacıyla Avrupa sarayları için bir ön hatırat yazıyorum. ‘İmparatorluğu’ (Reich) demirden bir gömleğe sokmak ve bir çaresizlik savaşa tahrik etmek istiyorum.” Ondan sonraki günler değişken, çöken ama yine de tinselliğin nüfuzu altında olan ve bu nedenle derinden etkileyen, mektuplarda ve özenle yazılmış kâğıt parçalarında kendini gösteren delilik içerikleriyle doludur. Nietzsche Tanrı olur, Dionysos olur ve Çarmıha Gerilen olur; her ikisi de bir olur; Nietzsche herkestir, bütün insanlardır, her ölü ve her canlıdır. Dostlarına birer rol verir. Cosima Wagner, Ariadne olur, Rohde tanrıların arasına yerleştirilir, Burckhardt büyük öğretmen olur. Yaratı ve dünya tarihi Nietzsche’nin elindedir. 27 Aralık 1888 tarihinden önce böyle bir deliliğin en ufak bir işaretinin olmadığını bilmek çok önemlidir.

Bu tarihten önceki eserlerde herhangi bir delilik işareti bulmak mümkün değildir.

Bu çöküş sürecinin 27 Aralık 1888 tarihinden önce ne zaman başladığı, bugünkü araçlarla tespit edilememektedir, Felci kesin bir şekilde teşhis edebilmek ve başlangıcını belirleyebilmek için psikopatolojik belirlemelerin yanı sıra o dönemlerde henüz sahip olmadığımız bedensel inceleme yöntemlerine (özellikle bel punksiyonuna) ihtiyaç duyulmaktadır. Nietzsche bu hastalığa yakalanmadan önce 1883 yılından itibaren sürekli olarak bir şekilde hastaydı. Ruh hastalığına sarması, geriye dönük bir gölge yaratmakta olup kimilerinin bu uzun zamanın bir şekilde daha sonraki hastalığının işaretleri olduğuna inanmasına neden olmuştur. Ancak bu görüş, Nietzsche’nin 1888 yılına kadar ruhsal açıdan tamamen sağlıklı olduğuna dair görüş kadar gerçekleri gölgelemektedir. Hastalığın, o günün tıp bilgilerine ve görüş kategorilerine bağlı teşhisi, Nietzsche’de asla tam bir kesinliğe ulaşmamaktadır.

Hastalığın, daha sonra ortaya çıkan beyin hastalığıyla ilgili olabileceğine dair soruya hipotetik bir cevap bulabilmek için öncelikle kurumların çok sayıda gözlenen felç vakalarının seyriyle karşılaştırma imkânımızın olması gerekirdi, ama bu karşılaştırma yeterli olmayacaktır, çünkü hastalığın ortaya çıktığı dönemin on yıl öncesi için sadece tinsel yaratının ayırt edilmesi için gerekli psikolojik görünebilirliği yüzeysel olarak vermektedir; ikinci olarak, felce kesin veya muhtemel olarak maruz kalmış önemli insanların hastalık seyriyle karşılaştırmak gerekir: Örneğin Rethel, Lenau, Maupassant, Hugo Wolf, Schumann (Gaston Vörberg’in yazısı: Zusammenbruch: Lenau, Nietzsche, Maupassant, Hugo Wolf, Münih 1922; ne yazık ki bu yazıya ulaşamadım). Önemli şahsiyetlerin biyografileri ifade zenginliği açısından, yaratıcı insanların hastalık tarihçelerinden çok daha öğretici olmasına rağmen bu insanların Nietzsche’yle karşılaştırılmasında henüz belirleyici bir sonuç elde edilememiştir.

Bu gibi karşılaştırmalar bize ayrıca felcin gerçekten ortaya çıkmadan önceki yıllarda ne olduğunu ya da tersine, rastlantısal olarak mevcut ise ön devrenin semptomlarına neyin dahil olmadığını göstermemektedir. Bugün bile kesin bir bilgiye ulaşmak mümkün olmadığından, bize sadece bir hastalık olarak kendi içinde neyin birbirine bağlı olduğunu veya aynı insanda rastlantısal olarak ortaya çıkan farklı hastalıkların ne olduğunu öğrenemeden, hastalıkların ve Nietzsche’de hastalık olarak kavranamayan, psikolojik açıdan belirlenemeyen durumların seyrini tarif etmek görevi kalır.

Bu tarif esnasında bizi en fazla bu değişikliklere neden olan ve tamamen geri alınamayan bedensel ve ruhsal varoluşun toplam durumunun sıçrayışları ilgilendirmektedir. Bu sıçrayışlar Nietzsche’de şöyledir:

1. Savaşta hasta bakıcılık yaptığı dönemde yakalandığı ağır dizanteri hastalığından sonra Nietzsche kısa bir süre içinde iyileşmiş, 1873 yılında hastalığının nüksetmesiyle birlikte, bu rahatsızlıklar özellikle ışığa karşı hassasiyetle birlikte ağır baş ağrıları, felce benzer bir hisle birlikte kusmalar, deniz tutması gibi belirtiler Nietzsche’yi daha sık yatağa düşürene kadar mide rahatsızlıkları belirli aralıklarla tekrarlanmıştır. Birkaç kez uzun süren baygınlıklar geçirmiştir (Eiser’e mektup, Şubat 1880); başkalarının okuma ve özellikle, dikte ettirdiği şekilde yazmaları şeklindeki yardımları, tinsel varoluşunda gittikçe daha önemli bir rol oynamaya başlamıştır.

Bu rahatsızlıklar, değişken bir ağırlıkta yaşamının tamamında kendisine eşlik etmiştir; düzenli olmayan iyileşmeler ve ağırlaşmalar görülmektedir. Örneğin 1885 yılında “görme yeteneğinin hızla yok olduğunu” yazmaktadır. 

Şikâyetlerinin ağırlıklarına, bu hastalıkların uzun sürmelerine Nietzsche’nin varoluşunda derin bir kesit oluşturmasına rağmen, semptomları açık ve kesin olarak bilinen bir hastalık tasviriyle özetlenen tıbbi bir teşhis mümkün olmamıştır. Migrenden, R. Wagner’den uzaklaşmasına bağlanan psikonevrotik bir süreçten, sinir sisteminin organik bir hastalık sürecinden bahsedilmiştir, ama açık bir sonuç yoktur.

1879 yılının Mayıs ayında Nietzsche hastalığından dolayı profesörlüğünden vazgeçer ve seyahatlerine başlar. O dönemde yaz aylarında Gezgin ve Gölgesi ortaya çıkmıştır. Bir sonraki kışı Naumburg’da annesinin yanında geçirir- durumu o kadar kötüleşir ki ömrünün sonunu bekler (Malvida von Meysenburg’a yazdığı veda mektubu 14 Ocak 1880).

2. Nietzsche, 1880 yılının Şubat ayından itibaren yine güneydedir ve bir yıl içinde Tan Kızıllığı (Morgenröte) adlı eserinin yayımlanmasını sağlayan yeni notlara başlar. Tinsel açıdan yeni bir gelişme yaşanır ve bu gelişme, düşüncelerinin ancak şimdi görevinin asli bilincine ve bununla birlikte giden bir öz bilincin ortaya çıkmasını sağlayan yeni bir başlangıcı ortaya çıkartır. Bu değişimi 1880 yılının Ağustos ayından 1881 yılının Temmuz-Ağustos aylarındaki doruk noktasına kadar ve 1882-1883 yıllarının ilham durumlarına kadar gözlemleyebiliriz.

Mektupları ve yazıları kronolojik bir sıraya göre sürekli olarak ileriye ve geriye bakarak, dolayısıyla zamansal ilişkilerin ve ifadelerin birbirleriyle ilişkilerini bilinçli olarak göz önünde bulundurarak okuyan kişi, 1880 yılından itibaren Nietzsche’de hayatında daha önce hiç olmamış derecede derinden bir değişikliğin meydana geldiğini fark edecektir. Bu değişim sadece düşüncelerinin içeriklerinde, yeni yaratımlarda değil, deneyim biçiminde görülmektedir; Nietzsche adeta yeni bir atmosfere dalmaktadır; söyledikleri bambaşka bir ton kazanmaktadır; her yere nüfuz eden ruh hali. 1880 yılından önce hiçbir habercisi ve işareti olmayan bir şeydir.

Tinsel gelişiminin öz anlayışının burada mevcut olup olmadığını sorgulamıyoruz; doğruluğundan şüphe etmiyoruz. Ayrıca Nietzsche’nin şimdi kavradığı tinsel içerikleri ve varoluşsal içerikleri de sorgulamıyoruz; bu kitabın tamamında gösterildiği gibi, içsel bağlamlarından şüphe duymuyoruz. Biz sadece mevcut olan şeyin davranışının biçiminden dolayı Nietzsche’nin hayatında tinsel ve varoluşsal açıdan gereksiz bir şekilde, yeni olan şeye zorunlu olarak bir renk veren bir şeyin görünür olup olmadığını ya da bu tinsel dürtülerin ve hedeflerin hizmetine, belirsiz olarak “biyolojik faktör” dediğimiz bir şeyin mevcudiyetini gösteren bir şeyin girip girmediğini soruyoruz.

1880 yılındaki kesitin ve sonraki kesitlerin gözleminin yöntemi, tıbbi kategoriler altında bir sınıflandırma değildir. Ayrıca “şüpheli semptomların” kavranması da değil, aksine sadece kronolojik karşılaştırmadır. Görüngülerin kendisi değil, bu görüngülerin yeniden ortaya çıkıp çıkmadıkları ve daha önce  mevcut olmayanların hangileri olduğu, ruhsal ve tinsel açıdan gerçekleşen olaylar açısından anlaşılmaz kalıp kalmadıkları gözlemlenmektedir.

Bu kitabın çıkış noktası, hassas kronolojik okuma sırasındaki toplu izlenimdir. Bunun anlamı, bu izlenimi, kendi Nietzsche incelemesinde bu soruyu kendine sorduğu takdirde, okuyucuda uyandırmak ve bireysel açıklamalar ve olgular sayesinde bunları göstermektir. Buna karşın burada bir hastalığın mevcut olduğunu gösteren kesin bir sonuç yoktur. Ne var ki, bu toplu izlenimin bizim için anlamı -şu andaki muhtemel bilgi aşamasında- bizi kanıtlanmayan şeye sanki olabilir olan, hatta muhtemel olan olarak götürmesidir.






Nietzsche’yi incelerken hayatını kavramak açısından heyecan verici temel soru, bu kesitin (1880-1883) Nietzsche için ne anlama geldiğidir; Salt içkin bir tinsel gelişim mi olduğu, yoksa tin dışı biyolojik faktörler altında burada, bizi Nietzsche’nin yaratımının doruk noktasına götüren, ama önceki dönemlerde mevcut olmayan yeni yanlar sayesinde onu aynı anda anlaşılabilirlikten tamamen uzaklaştıran ve belki de aşılamaz bir yabancılık aracılığıyla mesafe koyan bir şeylerin mi gerçekleştiğidir. Birbirleriyle karşılaştırılacak olup burada gerçek olgular olan ifadelerin bolluğundan sadece birkaç tanesini buraya aktaralım:

1880 yılının Ocak ayında henüz sonun bilinci hakimken, ("Hayatımın eserini tamamladığıma inanıyorum ama tabî ki kendisine fazla zaman verilmeyen biri gibi. Söyleyecek çok şeyim vardı daha ve kendimi acı çekmediğim her saatte öylesine zengin hissediyorum ki!” [kız kardeşine mektup, 16 Ocak 1880]) öz bilincinin biçiminde, varoluşun deneyiminde ve her şeyi kapsayan temel ruh hallerinin gerçekliğinde çok büyük bir değişiklik mevcuttur:

Marienbad’dan: “Son zamanlarda hep dizginlenemeyen neşeli bir ruh hali!” (Gast’a mektup, 02 Ağustos 1880); “Kendimi aştım. Bir seferinde ormanda yanımdan geçen bir beyefendi bana gözlerini dikip baktı: O anda yüzümde sanki parlayan mutluluğun ifadesi varmış gibi hissettim...” (Gast’a mektup 20 Ağustos 1880). Cenova’dan: “Çoğu gün hastayım, ama başka yılların aynı zamanlarına kıyasla çok daha iyi bir ruh halindeyim” (kız kardeşine mektup, 25 Aralık 1880). Sils-Maria’dan: “Daha önce asla ‘depresif sözcüğünün bu kadar az uyduğu bir insan yoktu. Hayatımın görevi hakkında daha fazlasını tahmin eden dostlarım, insanların en mutlusu olmasam da en cesuru olduğumu söylüyorlar. Görüntüm bu arada çok iyi, kaslarım sürekli yürüyüşlerimden dolayı bir askerinki gibi, midem ve kamım da iyi. Sinir sistemim, yüklenmesi gereken faaliyetler açısından mükemmel, çok ince ve çok güçlü (kız kardeşine mektup, Temmuz 1881). "Duygumun yoğunluğu beni hem ürpertiyor, güldürüyor... Yürüyüşlerim sırasında ağlamıştım... Sevinç; arada hem şarkı söylüyordum, hem ağzımdan saçmalıklar dökülüyordu, bütün insanlardan önce sahip olduğum yeni bir bakışla" (Gast’a mektup, 14 Ağustos 1881). Cenova’dan: “Burada Cenova'da gururlu ve mutluyum, tamamen principe Doria gibi! Yoksa Kolomb mu? Tıpkı Engadin’de olduğu gibi, mutluluk haykırışıyla yükseklerde geziniyorum ve benden önce kimsenin cesaret edemediği bir şekilde geleceğe bakıyorum. Büyük görevimi başarıyla yerine getirip getirememek benim elimde değil, ‘şeylerin özünde' olan durumlara bağlı. İnan bana: Avrupa’da tüm ahlaki usavurmaların ve çalışmaların ve birçok başka şeyin zirvesine ulaştım. Belki bir gün kartalların da bana utangaç bir şekilde kafalarını kaldırıp bakmak zorunda olacakları gün gelecektir" (kız kardeşine mektup, 29 Kasım 1881).

Kendini iyi hissettiği anların arasına kötü günler ve haftalar da girmektedir. Ama karşıtlık, eskisinden farklıdır. Eski nöbetler devam etse de bu bedensel ıstıraplar 1879 yılında olduğundan daha iyidir. 1882 yılında (Eiser’e mektupta), “Genel olarak kendimi iyileşmiş ya da en azından iyileşmekte olan biri olarak görebilirim," diyorsa, bu iyi bir ânında yazılmıştır. Nöbetleri ve gözleri hakkındaki şikâyetleri, özellikle havaya ıstırap dolu bağımlılığında, daha sonraki yıllarda da bitmeyecektir. Nöbetlerin olduğu dönemler ve nöbetsiz dönemler arasındaki karşıtlık, bundan sonra yaratıcı olma deneyiminin yüksek durumları ve depresyon içinde geçen haftaların ve ayların korkunç melankolisi arasındaki yeni bir karşıtlıkla örtülmektedir. Nietzsche’nin kendisini 1876-1880 yılları arasında zihin “çölünde” muhakeme yetkisinin “çölleşme”sine rağmen zeminsizlikten değil de ruhsal mânâda egemenliği tam olan buna uygundur; o dönemlerde sadece bedensel açıdan umutsuzdu ve sonunu bekliyordu (bu yıllarda bilinçli olarak büyük enginliğe, sakin önyargısızlığa, istenen fanatizmden uzaklığa sahipti; derin nefes almayı hissedebiliyordu). Buna karşın ancak 1881 yılından itibaren hiçlikten bir şeyliğe düşmeyi ve hiçliğe geri düşmeyi öğrenmiştir. Büyük onaylamayı 1881 yılından itibaren sadece büyük bir coşkuyla kavramakta kalmayıp büyük onaylama olmadığı zamanlarda zorunluluğunu acıyla hissetmiştir. Asla güvenilir ve dengeli bir durum ortaya çıkmamıştır, inişler çıkışlar olağanüstüdür. Bu yıllara bakarak şöyle yazmaktadır: “içsel dalgalanmalarımın şiddeti son yıllarda korkunçtu" (Fuchs'a mektup, 14 Aralık 1887).

Aynı döneme ait mektuplardan, Nletzsche'nin daha sonra anlattıkları da tanıtlanabilir: Zerdüşt'ün ilk üç kitabının, her birini on günde özünün toplam durumunu oldukça aşan bir halde yazdığını anlatmış, o günleri daha sonra tesellisiz boşluktan ve melankoliden oluşan uzun dönemler izlemiştir Nietzsche, bildirilebilirliğin açıklığına eriştiklerinde, bu durumlara ilham demekte olup derin bulmacalarını şu şekilde tarif etmektedir: "Kendi içimizde en ufak bir batıl inanç kalmış olsaydı, salt enkarnasyon, salt ağızlık, üstün güçte güçlerin salt ortamı olma fikrini gerçekten de çok zor reddedebilirdik. Bir şeylerin, bizi derinden sarsan ve deviren bir şeyin aniden oldukça büyük bir kesinlikle ve incelikle görünebilir, duyulabilir hale geldiği anlamında vahiy kavramı, durumu basitçe tarif etmektedir. Duyarız, aramayız; alırız, kim verdi diye sormayız; aniden bir düşünce belirir, zorunlulukla, tereddütsüz bir biçimde - asla bir seçim şansım olmadı. Büyük gerilimi kimi zaman nehirlerine dönüşen, - kimi zaman hızlanan, kimi zaman yavaşlayan bir coşkunluk; sayısız ince ürpertilerin ve ayakuçlarına kadar sızlamaların en ayırt edici bilinciyle tamamen kendinden geçmiş olmak; en acı olanın ve en karanlık olanın bir karşıtlık olarak değil, bir koşulluluk olarak, meydan okunmuş olarak, böyle bir ışık bolluğunda gerekli bir renk olarak etki ettiği bir mutluluk derinliği olarak; tüm bunlar en yüksek derecede, istemeyerek, ama bir özgürlük duygusu, bir koşulsuzluk bir güç, bir tanrısallık hücumu gibi gerçekleşmektedir... resmin, meselin gönülsüzlüğü en tuhaf olanıdır; artık neyin resim, neyin mesel olduğunu bilmiyoruz” (15, 90).

Eser yaratmaya elverişli günlerinin yanında, bu yıllarda ürküten uçurumlara sahip (varlık) olma tecrübesi hali de söz konusudur. Bunlar, Nietzsche’yi ürperten sınır deneyimleri ve daha sonra yine mükemmel aydınlıkta mistik yüksekliklerdir. Nietzsche, bunları nadiren -ama kararlı bir şekilde- anlatmıştır: "Tam bir duygular uçurumundaydım, ama oldukça dikey olarak kendimi bu derinliklerden kendi yüksekliğime çektim” (Overbeck’e mektup, 03 Şubat 1883) veya “Yine etrafıma gece düştü; sanki şimşek çaktı; kısa bir süre tamamen kendi elementimde ve kendi ışığımda bulundum” (Overbeck’e mektup, Mart 1883). Nietzsche, meselde söylenemeyeni olağanüstü bir ısrarla anlatmaktadır: “Kımıldamadan duruyorum, birden yorgunum. İleride... her yer uçurum. Arkamda... dağlar. Titreyerek tutunacak bir yere uzanıyorum... Buradaki çalı elimde kopuyor... Ürperiyorum ve gözümü kapatıyorum. Neredeyim? Mor bir geceye bakıyorum, beni çekiyor ve bana el sallıyor. Kendimi nasıl hissediyorum? Ne olmuş olabilir ki aniden sesini kaybedesin ve kendini sarhoş ve görünmez duyguların yükü altında enkazda kalmış gibi hissedesin? Şimdi neyin acısını çekiyorsun! Evet acı çekmek; doğru sözcük budur! Hangi solucan kalbimi ısırdı?"

Mistik ışığın, sınırda tehlikeli ürpertinin, yaratıcı ilhamın çeşitli durumları 1881-1884 yıllarıyla sınırlıdır. 1885 yılından itibaren bu gibi duyguların, olmak deneyimlerinden, ifşalardan bahsedilmemektedir. Nietzsche, daha sonra nasıl “tutunacak bir yeri olmadığı”ndan ve ‘‘bir gece esecek bir fırtına tarafından kolayca alınıp götürülebileceğinden ve durumunun “yanlış tırmanmış, çok yüksek, ama sürekli tehlikeye yakın ve ‘nereye?’ sorusuna bir cevap bulamadığı” (Gast’a mektup, 20/1887) bir durum olduğundan bahsetse de burada daha önceki ifadeleri olgusal olarak yaşanan sınır deneyimlerini açıklasa da yaşadığı durumlara atıfta bulunmadan konuşmaktadır. Nietzsche artık sadece “gece-gündüz problemleri" tarafından “işkence görmektedir” (Overbeck’e mektup, ilkbahar 1886). Bir kez daha “Son haftalarda tuhaf bir şekilde ilham aldım,” diye yazıyorsa da bunlar sadece geceleri de onu “bir şeyler karalamaya” zorlayan fikirlerdir (Fuchs’a mektup, 09 Eylül 1888).


Durumların yükselmesiyle birlikte olağanüstü bir tehdit duygusu da doğmuştur. Duygunun yoğunluğu doğal değildir: “Ara sıra düşünüyorum da aslında çok tehlikeli bir hayat sürüyorum, çünkü patlayabilen makinelere aitim!” (Gast’a mektup, 14 Ağustos 1881). Zerdüşt'ün tamamını daha sonra “onlarca yıl boyunca biriken güçlerin patlaması” olarak kabul ediyor: “Bu gibi patlamalarda yazarı da kolayca havaya uçabilir. Birçok kez böyle hissediyorum...” (Overbeck’e mektup, 08 Şubat 1884). Yok olma tehdidi altında olmasa da Nietzsche’nin toplam durumu öylesine istikrarsızdır ki biraz daha yoğun bir deneyimle anında hastalığına geri dönmektedir: “Duygum... öyle ağır patlamalara sahip ki en ciddi anlamda bir an bile bir değişiklikten dolayı... beni tamamen hasta yapmaya yetmektedir (yaklaşık on iki saat sonra-belli olur ve iki-üç gün sürer)” (Overbeck’e mektup, 11 Temmuz 1883); “her an duygunun şiddeti bir şimşek gibi araya girip bedensel fonksiyonların bütün düzenini bozuyorsa, en akıllı yaşam tarzı ne yapabilir ki?” (Overbeck’e mektup 26 Aralık 1883).

Raporlarda düşünerek yaratan Nietzsche’nin tinselliğinin ve nedeni açıklanamadan aniden gelen deneyimlerin ayrılmaz şekilde birbirine bağlılığı söz konusudur. Bu deneyimlerin toplamına ve bütünün değişen atmosferine dalmadığımız takdirde, her birinde bunun her yerde ortaya çıkan yaratıcılığın görüngüsü olduğu söylenebilir. Ne var ki Nietzsche’de tezahür eden filozofça düşüncelerin aynı zamanda “biyolojik bir faktör” olmadan yaratıcılığa ait bir biçim olarak kavranamayacağı aşağıdaki savlar işaret etmektedir, ama bunlar için bir kanıt değildir:

a) Sel gibi akan duyguların ve coşkun durumların nöbet benzeri biçimi, ruhsal olmayan nedenlerin mümkün olabileceğine işaret etmektedir. Tinsel anlamlarında ve bu anlam İçin kullanılabilirlikleri açısından ne zaman ve hangi sırayla geldikleri ve gittikleri rastlantısaldır. Ayrıca tuhaf karakterlerini sadece 1881-1884 yılları arasında göstermektedir.

b) Anlaşılabilir bir şekilde birbirlerine ait olmayan durumların çeşitliliği, tutarsız çok yönlülüğü, ayrıca yaratıcı anlardan önce gelmeleri, 1884 yılından itibaren yavaşça tükenmeleri, tinsel bir yaratı sürecini ve sonuçlarını aşan görüngülere eşlik etmeleri, yaratıcılığının hizmetine girmiş de olsa Nietzsche’nin bünyesinde bütünlük içinde bir hadiseye işaret etmektedir. 

c) Nietzscbe otuz altı yaşındadır ve hayatında ilk kez genelde insanlarda meydana gelen şeylerin dışında hareket ettiği bu gibi yükseltilmiş deneyimlerden geçmektedir. Yaratıcı insanlar neşeli ruh hallerine, derin görüşlere ve verimli ilhamlara alışkındır; Nietzsche’nin deneyimine kıyasla özünde farklı bir şeydir. Örneğin sıcaklığı düşünmek gerçek ateşi düşünmekten farklıdır. Yaratıcı insanda doğal olarak beklenen genel bir şeye kıyasla bedensel ve ruhsal bir gerçeklikte maruz kalınan bir şey aracılığıyla yabancı bir şey gibidir. Biyolojik toplam, bünyesinden kaynaklanan yeni bir şey ortaya çıkmış gibi görünmektedir.

Bu biyolojik faktörün ne olduğuna dair soru kolay cevaplanamamaktadır. Nietzsche’ye 1880 yılından itibaren ne olduğu, şu anda belirsiz kalmak zorundadır. Ama çok etkileyici bir şeyin meydana geldiğinden, mektupların ve yazıların bütününe kronolojik olarak eğilmiş önyargısız bir gözlemci sanırım şüphe duymayacaktır. Bu olayı felcin ilk aşaması olarak kavramak felç hakkındaki deneyimler nedensel açıdan karşılaştırma yaparak, bu ön aşamaların da -ki bunlar bu durumda da çöküş süreci olarak felcin kendisi olmazdı- buraya ait olduğu gösterilmediği sürece haksızlıktır. Bu olayı şizofreni veya şizoidlik olarak adlandırmayı gereksiz buluyorum, çünkü zaten açık olmayan sınırlara ve nedensel bir bağlam hakkında bilgiye sahip olmadan yapılan bu teşhis şemaları -van Gogh ve Strindberg vakalarından farklı olarak- kesin, yani psikoz semptomlar gösterilmeden kullanıldıklarında tamamen önemsiz hale gelmektedir. Yine de Nietzsche özdeğinin bütünlüğü içerisinde, sanki bir sıçrayışla ayrılmış iki “fizyognomi”den dolayı, burada herhangi bir teşhis konulmadan da belki bir gün psikiyatrinin ilerlemesiyle birlikte farkında olunabilecek biyolojik bir faktörden konuşabileceğimizden eminim.

3. Son kesit kesin olarak 1887 yılının sonunda başlamaktadır. Bu kesit, 1888 yılının sonbaharından itibaren nihai olarak her şeye hâkim yeni görüngülere neden olmaktadır. Nietzsche faaliyetleri aracılığıyla dünya tarihini belirlemeye ilişkin yeni bir öz bilinç tonunun ortaya çıkmakta olduğunun farkındadır. Sonunda deliliği, gerçekliğin yerine illüzyonun gerçekliğine yapılacak anlamlı bir atlayış gibi görünebilecek dereceye kadar ilerlemiştir. Daha sonra Nietzsche için o güne kadar alışılmadık bir faaliyet gelir: Anlık başarı için kendi temsilcisi olmak; daha sonra yeni polemik bir stil ve nihayet her şeyi içine çeken bir coşkunluk ortaya çıkar.

Bir kez daha artırılan aşırılığın yeni tonu tuhaftır, ama yine de belki de doğru olan şu önermelerde dile getirilmektedir: “Bu çağın ilk filozofu olmam imkânsız değildir, hatta belki biraz daha fazlası, iki yüzyıl arasında duran belirleyici ve felaket getirici bir şey” (von Seydlitz’e mektup, 12 Şubat 1888). Bütün yıl boyunca böyle devam eder. “İnsanlık tarihini ikiye ayıracak... belirleyici görevinden bahseder (Fuchs’a mektup, 14 Eylül 1888); “Sonuçlarına gelince artık kendi elime şüpheyle bakıyorum, çünkü sanki insanlığın kaderini ‘elimde tutuyorum' gibi düşünüyorum” (Gast’a mektup, 30 Ekim 1888).


Öz bilinci içerik açısından anlaşılır kalırken, düşünce biçiminin bir parçası olduğundan ve bu nedenle 1880 öncesindeki yıllarda defalarca ifade edildiğinden, şimdi Nietzsche’de o güne kadarki özüne tamamen yabancı yeni bir faaliyet görülmektedir.

Daha önceki yıllarda kendisi hakkında yazı yazılmasını reddederken (örneğin Paneth, Overbeck’e mektup, 22 Aralık 1884) propaganda yapmak için değil, gerçek bir mürit kazanmak için yalnızlığının kabuğunu kırmak için şimdi çeviriler yaptırarak ve sanatçı adayı, Spitteler, Brandes, Strindberg’le temaslar kurarak girişimlerde bulunmaya başlar.

1888 yılının Haziran ayında tekrar şunu yazabilmektedir; “...bir 'ahlak karşıtı’ olarak pozisyonum bugün için çok erken, çok hazırlıksızdır. Propaganda yapma fikri bana çok uzak, henüz bunun için parmağımı bile oynatmadım” (Knortz, 21 Haziran 1888). Ama temmuz ayında Fuchs’a, zamanı olursa, kendisi hakkında nasıl şeyler yazabileceğine dair tavsiyelerde bulunmaktadır. Ağustos ayında, Fuchs herhangi bir tepki göstermeyince, “edebi reçetesinin” ciddiye alınmadığını düşünür, ama aralık ayında tekrar Fuchs'la temasa geçer: “Savaşçı bir ruh haliniz yok mu? Tinle dolu, Wagner karşıtı bir müzisyenin açık açık tarafımı tutmasını isterdim... Hakkımda iki yıl sonra neredeyse önemsiz birer ifade haline gelebilecek doğrular söylenebilir” (11 Aralık 1888). Brandes’in Kopenhag’da kendisi hakkında yaptığı konuşmadan dolayı çok sevinçlidir; Brandes’in isteği üzerine yazılmış (10 Nisan 1888) çok kurnazca ama Nietzsche’nin daha önceki tutumuna kıyasla yakışık almayan bir propagandadır. Kısa bir süre sonra yayıncısı için, herhangi bir talep gelmeden, seyircilerin dikkatini Brandes’in kendisi hakkındaki konferanslarına çekmek istediği bir “Waschzettel” hazırlamaktadır (Hofmiller, s. 119’da basılmıştır). Gast’a bu olayı şu sözlerle anlatmaktadır; “Fritzsch’ten Kopenhag’daki başarımı basına duyurmasını talep etmiştim” (Gast’a mektup, 14 Haziran 1888). Yayıncısı bu isteğini yerine getirmemiştir. Ayrıca Gast’tan Kunstwart’ta “Wagner Olayı” hakkında yazmasını istemektedir (Gast’a mektup, 16 Eylül 1888) ve bu yazı çıktıktan sonra, Gast’ın makalesinin kısa tanıtım yazısı (kitabın koruyucu kabına eklenir veya ayrı bir kâğıt olarak kitabın içine konur.)


 Nietzsche'nin son yazılarının doğrudan, anında etkili olması istenmekte, bu amaçla ve kamuoyu için belirli bir sıraya göre yazılmaktadırlar.

Bir diğer özelliği, kendisine yakın olan veya hayranlık duyduğu insanlarla bağlarını kopardığı kaba mektuplardır: Bunların bir habercisi ama henüz kendine hâkim bir şekilde Rohde’ye 21 Mayıs 1887 tarihinde yazılan mektuptur. Daha sonra 09 Ekim 1888 tarihinde Bülow’dan kopma gerçekleşir: “Sayın bayım, mektubuma cevap vermediniz. Benden ebediyen kurtulacaksınız, size söz veriyorum. Çağın ilk tininin sizden bir istekte bulunduğunun farkına vardığınızı düşünüyorum. Friedrieh Nietzsche.” Bunu daha sonra 18 Ekim 1888 tarihinde Malvida von Meysenburg’la kopma ve Aralık 1888 tarihinde kız kardeşine yazdığı veda mektubu takip etmektedir.

Zerdüşt döneminin heyecanlı yıllarını 1888 yılının heyecanlarıyla kıyasladığımızda, sonuncu görüntü ve sessizlik olmadan, rasyonel ifadenin artmış bir saldırganlığı, şiddeti ve ölçüsüzlüğü görülmektedir. Etkileme istenci hüküm sürmektedir.

Ancak bu yeniliğin belirleyici semptomu, yıl boyunca sadece birkaç kez ortaya çıkan ama bir kez ortaya çıktı mı aylarca süren bir coşkunluktur.

Sesi öncelikle Seydlitz’e (12 Şubat 1888) yazdığı mektuplarda fark edilmektedir: “Günler burada utanmaz bir güzellikte ortaya çıkıyor; daha önce bundan daha mükemmel bir kış görülmemiştir” ve Gast’a (27 Eylül 1888) yazdığı mektup: “Mükemmel açıklık, sonbahar renkleri, her şeyin üzerinde harika bir huzur duygusu.” Ve sonrasında: “Şu anda dünyanın en minnettar insanıyım - kelimenin iyi anlamıyla sonbahar duyularındayım: Benim büyük hasat zamanımdır. Her şey kolaylaşmakta, her şeyi başarıyorum...” (Overbeck’e mektup, 18 Ekim 1888). “Daha şimdi aynaya baktım - daha önce hiç böyle görünmedim. Örnek olabilecek kadar neşeli, iyi beslenmiş ve izin verildiğinden on yaş daha genç... Harika bir terzim var ve her yerde kendini fark ettiren bir yabancı olarak düşünülmeyi tercih yorum. Kaldığım pansiyonda en iyi yemekleri bana veriyor) Aramızda kalsın ama bugüne kadar iştahla yemek yemenin ne olduğunu bilmiyordum... Burada her gün aynı hizaya getirilip mükemmeliyette ve güneş bolluğunda ortaya çıkmaktadır.., birinci sınıf kafelerdeki kahve, küçük bir kahve kabı, tuhaf bir kalitede, hatta daha önce hiç görmediğim birinci sınıf kalitede.. (Gast’a mektup, 30 Ekim 1888). Mutluluğun sesi bir daha kesilmemektedir. “Çalışmanın ve neşenin tempo fortissimo’sunda her şey devam ediyor. Ayrıca bana burada olması gerektiği gibi (comme il faut), aşırı derecede seçkin biri olarak muamele ediyorlar; daha önce hiç görmediğim şekilde kapıları açmanın bir yolu var” (Overbeck’e mektup, 13 Kasım 1888). “Kendimle öyle çok aptalca şakalar yapıyorum ki kimi zaman bu, yarım saat boyunca sokakta ağzım kulaklarımda dolaşmama neden oluyor; bunun için başka bir sözcük bulamıyorum, özel soytarılık nöbetlerim oluyor” (Gast’a mektup, 26 Kasım 1888). “İnanılmaz güzellikte bir sonbahar günü. Daha yeni, temelde hayatımın en güçlü konser izlenimi olan büyük bir konserden döndüm. Ruhum, aşırı bir eğlencenin üstesinden gelebilmek için sürekli mimikler yapıyor..,” {Gast’a mektup, 02 Aralık 1888). “Birkaç gündür artık kendimi hâkim hissetmediğim yazılarımı inceliyorum... Her şeyi çok iyi yaptım, ama bunu asla anlamamışım (Gast’a mektup, 09 Aralık 1888). “Benim için şahane üzümler seçen manav kadına kadar, benimle ilgisi olan herkes mükemmel insanlar; çok nazik, neşeli ve biraz şişman - hatta garsonlar bile” (Gast’a mektup, 16 Aralık 1888). “Üzerinde yazabileceğim ilk kâğıt olan bu kâğıdı keşfettim. Kalem de öyle... Mürekkebi de öyle, ama NewYork’tan; pahalı, mükemmel... Dört haftadır kendi yazılarımı anlıyorum - hatta onları takdir ediyorum... Artık her şeyin çok iyi olduğuna kesin olarak ikna oldum, baştan beri - Her şeyin bir olduğunu ve tek bir şeyi istediğini (Gast’a mektup, 22 Aralık 1888). Noel’de Overbeck’e: “Burada Turin’de tuhaf olan, benim yaydığım mükemmel bir cazibe. Büyük bir mağazaya girdiğimde, bütün yüzler değişiveriyor... En iyi şekilde hazırlanmış malları veriyorlar, daha önce ne etin ne sebzenin ne de tüm bu İtalyan yemeklerinin ne olabileceğini biliyordum... Garsonlarım ince ve bana karşı nazik..,”

Birkaç gün sonra Nietzsche on yıl sürecek deliliğin pençesine düşmüştür.

Nietzsche’yi kavramak için bir teşhisin bilinmesi önemli değildir, ama ilk olarak ruhsal rahatsızlığının 1888 yılı sonlarında organik bir beyin hastalığı olarak içsel katılımdan dolayı değil, dışsal nedenlerle ortaya çıktığını; ikinci olarak 1880 yılı ortalarından itibaren muhtemelen biyolojik bir faktörün Nietzsche’nin ruhsal bünyesini tamamen değiştirdiğini; üçüncü olarak 1888 yılında ânında derin bir çökkünlüğe neden olan ruhsal rahatsızlığının hemen ardından ortaya çıktığını ve ruh haliyle davranışlarında daha öncekilere kıyasla tamamen yeni bir şey olan değişiklikler gösterdiğini bilmek önemlidir.

Teşhis istiyorsak, 1888 yılı sonunda ortaya çıkan ruh hastalığı muhtemelen bir felçtir. Bunun dışında 1865 yılında kollarına ve dişlerine etki eden bir “romatizma,” enfeksiyondan kaynaklanan bir menenjit olarak teşhis edilmiştir; nöbetleri migren olarak (ki şüphesiz semptom kompleksi olarak kısmen öyledir, ancak önemli olan semptomların bütünde başka bir hastalığa ait olup olmadıklarıdır); 1873 yılından sonraki hastalık belirtileri, R. Wagner’den içsel olarak kopmasının sonucunda oluşan psikonevrotik bir süreç olarak kabul edilmiştir ve 1880-1882 yıllan arasındaki değişimler daha sonraki felcin ilk belirtileri olarak ve sonraki dönemlerdeki birçok sarhoşluk belirtisi, hatta çöküşün kendisi de zehirli maddelerin (özellikle afyonun) sonuçları olarak kabul edilmiştir. Hastalık belirtilerini mümkün olduğunca bir kaynağa dayandırma prensibine uygun olarak 1886 yılından itibaren ortaya çıkan hastalıkların, sonunda felce dönüşen aşamalar olduğuna dair bir resim ortaya çıkmış olabilir. Ama bu tamamen şüphelidir. Nietzsche’nin felsefi açıdan kavranması için tıbbi kategoriler sadece şüphesiz oldukları takdirde kabul edilebilir Son ruhsal rahatsızlığının kesinlikle felce yol açması haricinde, bu teşhisler kesin değildir.

Hastalık ve Eser — Hastalığı hakkında sorulan soruların bazıları Nietzsche'nin hor görülmesi anlamına gelmektedir. Eserin özelliklerinin hastalığıyla ilişkilendirilmesini değerinin düşürülmesi olarak kabul edilmektedir. “Bunlar bir felçlinin eserleridir," der birisi. “Nietzsche 1888 yılından önce hasta değildi.” der bir başkası. Mantığımız, basit alternatifi seçme hakkını tanır bize: Nietzsche ya hastaydı ya da dünya tarihinin gördüğü en büyük düşünürlerden biriydi; her ikisinin de mümkün olabileceği inkâr edilmektedir!

 Nietzsche’ye ait düşüncelerin ve hayatının gerçekliğinin kavranması yönünde hiçbir çabanın görülmediği, aksine dogmatik soruların ve araştırmaların zırhı altında felce uğratıldığı bu gibi nihai yok edişler ve sahte kurtuluşlara karşı çıkmalıyız.


Öncelikle yaratılan bir şeyin değerinin sadece tinsel açıdan meydana getirilenler kapsamında görülüp değerlendirilmesi gerektiğine dair düşünce soyut kabul edilmektedir: Etkisi altında bir şeylerin oluştuğu nedensellik, meydana getirilen şeyin değeri hakkında hiçbir şey ifade etmez. Konuşmacının utangaçlığını atmak için konuşmayı yapmadan önce bir şişe şarap içtiğini bilmek, bir konuşmanın daha iyi ya da daha kötü değerlendirilmesini sağlamaz. İçinde bulunduğumuz doğal olayların içsel olarak kavranamayan nedenselliği, içinde oluşan tinsel olayların anlaşılabilirliği ve anlamı ile değeri hakkında bir şey söylemez, aksine ancak anlaşılmadığında başka bir düzeyde -şayet bilgimizin kapsamı buna müsait ise- bu anlaşılmazlığı kavranabilir hale getirebilir. Ne var ki bu soyut sınırlama yeterli değildir. Aksine tinsel olaylar, bir hastalıktan veya herhangi bir biyolojik faktörden etkileniyorsa, bu etkinin destekleyici mi, yok edici mi, önemsiz mi olduğu, yoksa tinsel bir olabilirliğin yeni koşullar altında tuhaf bir şekil mi aldığı ve alıyor ise bu şeklin hangi belirlenebilir yönlerde gerçekleştiği sorusu ortaya çıkar. Bu sorular, a priori türden düşüncelerle değil, sadece ampirik düşüncelerle, özellikle de hastaların karşılaştırmalı gözlemleriyle cevaplanabilir, Ampirik bilgiye sahip olduğumuz kapsamda, sormamız gereken ilk soru, hastalık gerçekleşmemiş olsaydı, eşsiz ve yeri doldurulamaz hangi öğelerin oluşmamış olacağıdır (şayet cevabımız müspet ise tinin dünyadaki gerçeklikleri hakkında bilgi verir); kendimize sormamız gereken ikinci soru ise eleştirenlerin hastalığa bakmadan ortaya çıkardığı ne gibi eksikliklerin hastalığıyla llişkilendirilmesi gerektiği ve hastalığından dolayı ne gibi eksiklikleri bekleyebileceğimizdir (bu durumda alınan cevap, eserin saflığını kurtarmaya yarar, çünkü bu tinsel hareketin içinde bulunan tuhaflıklarda bu tinsel varlığa yabancı eksiklikleri ayırt etme yolu açılmıştır).

Ne var ki bu dokunaklı (patografik) bakış açısı, bu bakış açısını uygulamaya geçirenler için tehlikeler banndırmaktadır. Yaratılan şeyin salt yüceliğini kavramak yerine, tersine yetkisiz olarak kullanıldığında bir eserin ve bir insanın yüceliğini karartmaya neden olabilir. Tinsel bir eserde bulunan herhangi bir şeyin hastalıkla ilişkilendirilip ilişkilendirilemeyeceği kararı, asla sadece eserin anlamının ve içeriğinin, hiç düşünmeden şunun veya bunun hastalıklı olduğuna karar veren sözde eleştirel bir yargısından çıkmaz. Nesnel bir reddedişi, nesnel bir yok edici psikopatalojik olgular tespiti gibi göstermek, bilimsellikten ve dürüstlükten uzaktır.


Nietzsche’de, hastalığı ve eserleri arasındaki bağlantı hakkındaki sorulara verilecek yanıtlar sadece bir yaklaşım olarak kalmaya mahkûmdur. Bütün olarak bakıldığında, sadece açık sorular kalır ama bu sorular gerçek bir Nietzsche incelemesi için şarttır. Ruh hastalığının ve eserler hakkında yapılan ampirik tespitlerin yöntemi sadece dolaylı olabilir. Bunun için iki yol izleyebiliriz:

1. Öncelikle zamansal uygunlukların mevcut olup olmadığına bakıyoruz. Stilinde, düşünce tarzında ve temel düşüncelerindeki değişiklikler, bedensel veya ruhsal gerçeklikteki değişikliklerle aynı zamana tesadüf ediyorsa, öncekine kıyasla daha sonra gerçekleşen değişiklik, aynı insanda başka ruhsal değişikliklerle aynı şekilde anlaşılamıyorsa arada bir bağlantı mümkün olabilir. Bu yöntem, yapılan teşhisin kesin olmaması nedeniyle kesin bir sonuca götürmez, sadece yine açık soruların var olduğu bağlantılara genel bir bakış sağlar. Nietzsche’de gerçekten de eserlerinin tinsel gelişimi ile biyografik açıdan tespit veya tahmin edilebilir psikolojik ve fiziksel değişiklikler arasında paralellik görülmektedir:

a) 1873 yılından itibaren defalarca meydana gelen bedensel hastalıklar, Nietzsche’nin ruhsal olarak “çözülümlerine” paralel gelişmektedir. Ne var ki o yılların hastalıkları fiziksel bir değişiklik haline gelmemektedir; ruhsal değişikliklerle ilişkisi sadece haricidir. Nietzsche’nin hayatındaki bu kesit, bir daha asla iyileşmemesinden dolayı olağandışı oluşu, bu sebeple çalışma kabiliyetinin sınırlanması ve okuma yazmasını engelleyen göz hastalığı nedeniyle dolaylı bir etki meydana getirmiştir. 1876 yılından itibaren yayınlarında gitgide daha fazla hüküm sürmeye başlayan aforizma stilinin asıl nedeni olmasa da bu önemli bir etkendir. Hastalıkları, gelişiminin anlaşılabilir dürtülerinden kaynaklanan kendini ötekilerden çözme sürecini desteklemiş olsa da mutlaka bundan kaynaklandığı anlamına gelmez.

b) 1880 yılından itibaren yaşadığı yeni olaylar ve değişen anlama şekillerine paralel olarak yarattıklarının tamamında bir değişiklik görülmektedir:

Tasavvurların gücünde, efsane haline gelen denklemlerde, olayların esnekliğinde ve sözcüklerin sesinde, diksiyonun şiddetinde, dilin yoğunluğunda yeni bir stil ortaya çıkmaktadır. Doğa ve kırsallar daha canlı, daha hayati bir hal almaktadır; sanki kendini onlarla özdeşleştiriyor, böylelikle varlığının bir parçası haline geliyorlardı. Dostları, yenilikleri fark ediyordu: “Sen... asıl şeklini bulmaya başladın. Lisanın da ancak şimdi tam gücünü buluyor” (Rohde 22 Aralık 1883).

Bunun sonucunda artan bir hareketlilik, o güne kadarki salt gözlem ve sorgulamayı, içeriği çocukluğundan beri kendini ilan etmiş olsa da yok edici bir biçimde Hıristiyanlığa, ahlaka ve kulaktan dolma felsefeye yönelen ve yeni bir oluşum arayan bir istenç lehine ortadan kaldırmaktadır. 

Yeni temel düşünceler -ebedi tekerrür düşüncesi, güç istencinin metafiziği, nihilizm hakkındaki radikal düşünceler, üstün insan fikri- Nietzsche için olağandışı, eskiden bu şekilde bilmediği bir ağırlığa ve sırra sahiptir. Zira ancak şimdi ortaya çıkan eski felsefi sınır tecrübelerine dayanmaktadır. Bu düşüncelerin birçoğu önceki yazılarında içerik olarak vardır, hatta ebedi tekerrür düşüncesi bile. Ne var ki önceleri bu düşüncelerde sadece olasılık olan şeyler, şimdi yok edici gerçekliğin vurucu gücüyle madde haline gelmektedir.

Nietzsche artık sadece tamamlanan felsefi hassasiyete sahip olmakla kalmayıp varoluşla ilgili önceki tecrübelerinden öyle bir derinlikte etkilenmiştir ki bunlarla kıyaslandığında gözlemci veya coşkun, hayranlıkla dolu ya da çözücü olan önceki tecrübeleri temelde sadece düşünülmüş ve gözlemlenmiş gibi görünebilir. Nietzsche şimdi sanki yeni bir dünyadaymış gibi konuşmaktadır.

Bu yemliklerde, düşüncelerin ve sembollerin de tanımlanmaya başlanmasından dolayı tuhaf bir gerilim mevcuttur. Eskiden bireysel olup sürekli bir harekette saklı tutulanlar, şimdi mutlak hale getirilmekte ve daha sonra belki de arttırılmış şiddetli bir hareketle yine gevşetilmektedir. En aşırı nihilizm, kayıtsız şartsız onayla eşleşmektedir. İstenmiş semboller ile anlık boşlukların bir arada bulunuşu, okuyucuda ferahlatıcı bir ruh halini mümkün kılmakta, diğer tarafta bir an sonra Nietzsche’nin en temel felsefesini oluşturan şeyler konuşmaktadır.

c) Felsefi ana binanın 1884 yılında tekrar planlı bir şekilde kurulmaya başlanması, 1881-1884 yılları arasında Nietzsche'ye aniden hâkim olan, mistik ve ilham olarak yaratılan şeylere de düşen tecrübelerine denk gelmektedir. Atmosfer daha mantıklı bir hale gelmektedir. 1884-1885 yıllarındaki kesit belirleyicidir. Öncesinde Nietzsche’nin düşsel durumları ve eserleri mevcuttur; sonrasında ise sistematik bir biçimde yorumlayıcı ve saldırgan denemeleri çoğunluktadır. “Başka bir kıymeti takdir etme” önplana çıkar. Reinhardt (Die Antike XI, s. 107,1935), önceleri şaşırtıcı olup daha sonra henüz tam olarak kanıtlanmamış da olsa akla yatkın görünen bir gözlem yapmıştır: “Şiirlerinin hiç biri son yıllarına ait değildir. Şarkılarda son bir sel olarak kabul edilen ‘Venedig’: ‘An der Brücke...’ şiiri o zamanlar vardı.” 1887 sonunda ve 1888 yılında 1884 yılının krizi görünüşe göre “ana binanın” yaratılması yönünde tekrarlandıktan sonra, bu ana gövde üzerindeki çalışmanın yerine, asli görev olarak görülen eylemin ihmal edilmesiyle hiç beklenmedik bir şekilde güçlendirilmiş bir hız meydana gelir. Gelecekteki ruh hastalığının işaretleri yeni yazılarla paralel gelişir. Yine de tinsel maddede ve düşüncelerin anlamında ve içeriğinde herhangi bir değişiklik görülmezken bu yazılardaki aktarım şeklinde bir değişiklik açıkça görülmektedir.

2. İkinci olarak organik süreçlerde beklenen bulguların Nietzsche’de ortaya çıkıp çıkmadığını araştırıyoruz. Nietzsche’nin 1888 yılından önce yaşadığı olaylar için nihai teşhisler eksik olduğundan ilk aşamada belirli bir hastalığın bulgularını araştıramıyoruz. Ampirik gözlem aracılığıyla bir hastalığın seyriyle bağlantılı olduğunu kabul ettiğimiz şeyleri, hastalığın seyri hakkındaki bilgilerden ve bunun nedenlerinden çıkarsama yolu, Nietzsche’de herhangi bir sonuç vermemektedir. Belirli bir teşhis konulamasa da ruhsal açıdan yabancı bir biyolojik faktörün varlığını kabul ettiğimiz takdirde, tinsel eserlerde tüm organik ruhsal rahatsızlıklardan örneksenmesiyle ne gibi değişiklikler bekleyebileceğimizi araştırabiliriz.


Nietzsche’nin eserleri, bize salt tatmin kazandırabilecek nitelikte değildir. Mümkün kıldığı duygusallık, en temel dürtüleri uyandırması, ciddiyeti artırması ve bakış açımızı aydınlatması, yine de sanki boşluğa vuruyormuş gibi bir hal aldığında beceriksizlikler ya da darlıklar, ölçüsüzlükler ve absürdlükler nedeniyle insanı daraltıyormuş gibi görünmesini engellememektedir. Bu kusurlar belki de sadece felsefi hedeflerinin doğasına uygun olarak açık uçlu kalması gereken bir hareketin sonucu olarak açıklanamaz; usavurmanın doğasında bulunan hareketin açık kalması; sadece burada düşünülen şeyin öz dürtülerle karşılanarak edinilmesine bağlı olması; hiçbir felsefi usavurmanın aslında sona ermesinin mümkün olmadığı olgusu değil, aksine burada belki de bu varlığa ait olmayan bir şey katılmıştır, ama 1881 yılından itibaren rahatsızlık vermeye başlamıştır. Nesnel açıdan açık uçlu olan şeyleri temelde hatalı olan şeylerden nesnel bir biçimde ayırmak mümkün olmasa da sorgulama ihtiyacından dolayı meydana gelen bozuklukları anlama ve böylece Nietzsche’nin felsefi usavurmalarının asıl hareketine dahil olma görevi ortaya çıkmaktadır. Bu bozukluklar, üçe ayrılmış olup kısaca şöyledir:

a) Ölçüsüz duygu dalgalanmaları nedeniyle aşırılıklara izin veren, görüş açısını daraltan ve böylece saptayıcı antitezlerde aşırılıkların sadeleştirilmesine izin veren bir sınırsızlık. Önceden bu şekilde mümkün olmayacakmış gibi şekilde tekrar tekrar egemenlik kazanan eski dürtüler, asla nihai bir biçimde hüküm sürmeyen, güvenilir davranış inceliğinde bir düşüşe, ara sıra eleştirisizliğe, düşüncesiz bir polemiğe, körelen bir azarlamaya neden olur, ama bu öyle bir biçimde gerçekleşir ki Nietzsche, okuyucusunu, sapmaları da aynı şekilde ciddiye alarak baştan çıkarıcı ve ayırt edici edinim yolunu kullanma özelliğini kazanamadığı sürece, çaresiz bırakabilecek bir derinliktedir. Aşırılıklar, Nietzsche tarafından öncelikle kendini sabitleştirmek için değil, aksine diyalektik açıdan tam karşıtıyla biraraya gelmek üzere son sınıra kadar giden bir deneme olarak istenmiştir;
ayrıca mücadele sırasında hiç kuşkusuz üstün olan “ büyüsü” olarak istenmiştir. Aşırılığın bu iki çeşidi ancak bilinmeyen rastlantısallığı salt sınırsızlık aracılığıyla  biraraya gelmediği takdirde kavranabilir hale gelmektedir.

b) Sınırsızlık insanı sadece ölçüsüz hale getirirken veya daraltırken Nietzsche’nin yabancılaşması olarak buna ikinci öğe eklenmektedir: 1881 yılından sonraki dönem, yarattığı heyecanlarla birlikte, bizi ulaşılan sınırdan dolayı ve anlatımda ortaya çıkan güzelliklerden dolayı duygulandırmasına rağmen Nietzsche’ye aynı şekilde hissedemeyeceğimiz gizemli tecrübeler kazandırır. Nietzsche’deki “yabancılık” ayrıca çağdaşlarının da dikkatini çekmiştir: Rohde’yle son kez görüştükten sonra Rohde (1886) şöyle yazmıştır: “Beni o dönemlerde oldukça ürperten, tarif edilemez bir yabancılık atmosferinin etrafını sarsması olmuştu. İçinde daha önce hiç tanık olmadığım bir şeyler vardı ve diğer zamanlarda tanık olduğum birçok şey yoktu. Sanki başka hiç kimsenin oturmadığı bir ülkeden geliyor gibiydi” (O. Crusius, Rohde, s. 150).

 Nietzsche bu konuda “Bütün problemlerimin ve ışıklarımın ifade edilemez yabancılığı” şeklinde üzerindeki yabancılığın bu yaz birkaç kez dile getirildiğine dair bir ifadede bulunmaktadır (Overbeck’e mektup, 14 Eylül 1884),

c) Üçüncü ve radikal bir bozukluk, 1888 yılının sonlarına doğru, tinsel sürecinin, felç edici hastalığından dolayı erken kesilmesidir. Bundan dolayı Nietzsche’nin düşüncelerinin gelişimi nihai bir tamamlanmamışlıkta kalmıştır ki bu kesinlikle Nietzsche’ye özgü bir şey değildir. Eseri olgunlaşmamıştır, tıpkı Nietzsche’nin hiç beklemediği bu son gelmeden kısa bir süre önce bizzat dediği gibi (42). Eserinin yerini bu sefer son yılların öfkeli bir gerilimiyle, dikkate değer bir ileri görüşlülükle, adaletsizlik ve cezbedici bir diksiyonla yazılmış eşsiz polemik yazıları alır. Bu nedenle Nietzsche’nin varlığı, tıpkı son yıllarında bizzat ifade ettiği gibi, ani kesintiden dolayı gerçekten de ebediyen bir problem olarak kalmıştır: Sanki son yüzyılın en müdahaleci, hatta en belirleyici tinsel olaya sinsice kayıtsız doğa nedenselliğinden dolayı yok edilmiş ve böylece eserinde Nietzsche'ye özgü bariz harikuladelik gerçekleşememişti.

Gerçek bulgulardan yola çıkarak Nietzsche’nin hastalığı ve eserleri arasındaki bağlantı hakkında bir şeyler öğrenebileceğimiz iki yolu takip ettikten sonra aradığımız şeyin anlamı ve önemi hakkında da biraz düşünmemiz gerekir.

Özel anlamda belirleyici olmasa da Nietzsche’yi anlamak için mutlaka sormamız gereken soru, 1880 yılından itibaren gerçekleşen tinsel değişim ile yeni başlayan biyolojik bir olayın rastlantısallık olasılığıdır. Bu olasılık hakkında titiz, elimizdeki bütün malzemeleri kapsayan ve düzenli bir şekilde tekrar aktaran bir araştırma mevcut değildir; halbuki bu, Nietzsche biyografisi için en acil ihtiyaçlardan biridir. Bu kesintiyi ilk gören Möbius olsa da, görüşüne o kadar çok yanlışlar yüklemiştir ki bu haliyle haklı olarak kabul edilmemiştir. Türü (veya tıbbi teşhisi) ne kadar belirsiz de kalsa bu kesitin kendisi Nietzsche hakkında bugüne kadar bilinen mektupları ve bıraktığı diğer malzemeleri karıştırdıkça daha bariz bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Nietzsche’nin 1880 yılından 1888 yılına kadar düşüncelerinde ve tecrübelerinde meydana gelen değişimler, görünüşe göre sanki biyolojik faktörün yarattığı etki şöyle bir ilişki içindedir: yeni tecrübelerin yol açtığı şeyler ile yeni felsefi biçim... Nietzsche tarafından doğru bir öz anlayış çerçevesinde düşüncesinin gelişiminde doğru kabul ettiği adımın veya özünün tinsel büyüklüğünü ve varoluşsal derinliğini temsil eden şeyin ya da genel olarak ilgili hale gelen istisnanın bilmecesi kabul edilen şeyin birden hastalık veya bilinmeyen biyolojik faktör kabul edilmesi şaşırtıcıdır. Burada gösterdiklerimiz, bütün olarak baktığımızda yeri doldurulamaz öneminden dolayı odak noktası haline getirdiği şeyi, sözcükler çarpıtılsa da, gizlice tam tersini ifade eden ve kayıtsızlığa kadar indirgeyen çift anlamlılık olarak görülebilir. Bu durumda tinsel eserler olarak ortaya çıkartılanlar, ânında hastalık olarak tekrar kapatılırdı.

Buna karşın söyleyebileceklerimiz, bu "kimliği” hiçbir söz konusu etmediğimiz, aksine bir insan hakkında bildiği her şeyin, belli bir bakış açısı altında ortaya çıkan bir görüş olduğu ve asla ilgili insanın tamamı olmadığıdır; ayrıca sanki her ikisi de aynı şeymiş gibi, bir bakış açısından bir diğerine bir bakış açısının tekrar tekrar yükselmesi gibi, farkında olmadığımız derin zemini işaret ettiğidir. Nietzsche’nin ancak 1880 yılından itibaren asıl büyüklüğüne erişmesi -Hölderlin’e, van Gogh’a benzer, ancak her seferinde yine de farklı bir biçimde- ortaya çıkışının çözülemez olaylarından biridir. “Hastalık" faktörleri -daha sonra bilinen hastalık sürecinin nedensellik seviyelerinde bulunduğu için bilinmeyen biyolojik faktörü bu şekilde adlandıracak olursak- sadece rahatsız etmekle kalmayıp belki de bu şekilde ortaya çıkmayacak olan şeylerin ortaya çıkartılmasma olanak sağlamıştır. Nietzsche ancak şimdi, başlangıçta mevcut olan şeylerin dolaysızlığıyla kaynaklara inmektedir; düşüncelerini aktarma olanaklarının zenginliği içerisinde; varlığı tamamen özgün karakteriyle -ama ancak 1880 yılından itibaren- Sokrates öncesi filozofları andırabilir. Üslubundaki sapmalar, göründüğü kadarıyla daha önce hiç dile getirilmeyenlerin dile getirildiği aynı nedenlerden dolayı ortaya çıkmaktadır. Şiirsel gücünün büyüdüğü; oyun oynayarak rahatsızlıkların üstesinden gelmediği, özellikle her türlü hatadan uzaklaştığı, kesin başarı duygusunun sözcüklerin her hecesine kadar sızdığı, herhangi bir aracı düşünce ağartıcısı olmadan doğrudan dile dönüştürdüğü ye kaymağın en derinlerinden gelen yakıcı varlık bilincinin daima var olduğu şüphe götürmez. Rastlantısal ve yabancı gibi görünen şeyler, birden en derin gerçekliğe dönüşebilir veya istisnanın ussal özgürlüğü gibi görünebilir. Delilik anında yazılan notlara kadar tini daima mevcut olup delilikten dolayı bir anlam kazanmaktadır. Bu yüzden delilik anında yazılan notlar bizim için eserlerinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Örneğin ancak 1880 yılından sonra, bambaşka bir kaynağı olan acı dolu, artırılmış ve depresif durumuyla birlikte dünya-krizi hakkında derinliğinin zirvesine ulaşan tecrübesi, — Nietzsche'nin gelecek hakkındaki hayallerinden inanılmaz derecede korkması; dünya tarihinin, her şeyin insana bağlı olduğu ve yok olma tehlikesinin mevcut olduğu bu ânında zemin kazanma görevinin kendisini yiyip bitirmesi bazı anlarda patolojikmiş gibi görünen özbilinci ise aynı zamanda hem anlaşılabilir hem haklıdır. Burada bariz bir “ya... ya da”yla karar vermek isteyen kişi, gizemlerle dolu gerçekliği, bilmecenin tanınmasını ve araştırılabilir olanı, her şekilde kavranmak isteyen muhtemel gerçeklikler aleyhine açık hale getirmektedir.

Bu nedenle Nietzsche’nin hastalığının eserleriyle ilişkisi açısından üç yönlü bir tutum içerisinde bulunmamız gerekir:

Birincisi gerçek bulguların ampirik olarak araştırılmasına yönelik bir tutumdur. İkincisi, Nietzsche’nin felsefi usavurmalarını saf bir biçimde kavrayabilmek için, bu eserin, hastalığın tesadüfi rahatsızlıkları olarak kavranabilir eksikliklerden arındırılmasını sağlayan eleştirisine uygun bir tutumdur. Üçüncüsü, hastalığın olumlu anlamda bir an ve varoluşun yaratıcı konuşması olarak anlaşıldığı, aksi takdirde anlaşılır olmaktan çıkacak doğrudan bir netlik olarak anlaşıldığı bir an haline getirileceği bir gerçeklik bütünlüğüne yönelik söylencesel bir bakış açısı haline getirildiği bir tutumdur.

Birinci tutumda, asla her şeyi kapsayan nihai bir bilginin sonuna varamayan ampirik bilimler yöntemi belirleyicidir. Bu tutum, biri -eleştirel olanı- bu yöntemler olmadan yöntemsiz ve bu nedenle “hasta” hükmünün verildiği zapt edilemeyen bir eleştiriye dönüşebilecek nitelikte olup diğeri -söylencesel bakış açısı-bu yöntemler olmadan gerçekdışı övgülere neden olabilecek diğer iki tutumun sınırlı bir şekilde gerçekleştirilmesi için şarttır. Nietzsche’nin salt gerçekliğine ulaşmaya çalışan tutum sapma, renk ve nüans olarak ona ait olmayan ve ayrılması gereken olguları asla bu gerçeklikten ayıramayacaktır. Biz de Nietzsche’nin bütün olarak gerçekliğinin söylencesel bakış açısını, dolaylı ifadesi şeklinde kavramıyoruz. Ampirik olarak tespit edici, eleştirel olarak arındırıcı ve söylencesel ifadelerin anlamı, birbirinin yerini tutamamaktadır, bu nedenle birbirine karıştırılmamalıdır.



 Ni-etzsche, bir Dionysos Dithyrambos’u olan “Die Sonne sinkt” (Güneş Batıyor) (8, 426) adlı şiirinde yaşamının sonunu görmüştür:


Artık uzun sürmez susaman,
yanık yürek!
Bir beklenti var havada,
bilinmeyen açıklıklardan gelen bir esinti var,
– büyük serinlik geliyor…

Güneşim alev alev durmuştu tepemde öğleyin:
selam size, selam gelmenize
                siz ani rüzgarlar
siz öğle sonrasının serin ruhları!

Kendine şöyle hitap etmektedir:

Hava başkalaşıyor, arınıyor.
Gece hınzırca sahte
                ayartıcı bakışlarla
bana mı dikmiş gözünü?..
sağlam dur, yiğit yüreğim!
Sorma: niye? diye –

Neşe, altın neşe, gel artık!
                ölümün
en mahrem, en tatlı ulağı, tadı!

şeklindeki isteği yerine gelir:

 Ağır, ağırbaşlı ne varsa,
mavi unutulmuşluğa battı gitti,
aylak duruyor artık sandalım.

 açık varoluşa giden yolu bulur:

Gümüşsü, hafif bir balık, 
Süzülüyor şimdi kayığım açıklara…


*
Karl Jaspers

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder