Edvard Munch etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Edvard Munch etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

ÇIĞLIK / Edvard Munch

Sick Mood at Sunset, Despair / 1892


“Yaşamın dehşeti, düşünmeye ilk başladığımdan bu yana yakamı bırakmadı.” 

“Birkaç yıl çıldırmanın eşiğinde yaşadım. Deliliğin korkunç suratı yaklaşmış, yamuk kafası dikilmişti. Çığlık adlı tablomu biliyorsun.Gerginliğin son sınırındaydım — doğa haykırıyordu kanımda — çatlama noktasına gelmiştim. Sonra...gülümsemesi bahar kadar taze, gencecik bir sarışın kız imdadıma yetişti.”

“Bir akşamüstü yürüyordum. Bir yanımda kent uzanıyordu, öbür yanımda fiyort. Yorgun ve hasta hissediyordum kendimi. Durdum, fiyorda baktım. Güneş battı. Bulutlar kıpkırmızı oldu — kana bulanmış gibi. Tüm doğa haykırıyordu sanki. Kulaklarımdaydı çığlık. Resmi yaptım. Bulutları sahici kan gibi boyadım. Renkler haykırdı.”

— Munch

Cehennemden Portre / Edvard Munch


1903


“Tüm yaşamım dipsiz bir uçurumun kıyısında, bir taştan bir taşa sıçrayarak yürümekle geçti. Zaman zaman dar patikamdan ayrılıp hayatın girdabının ortasına dalmaya çalışırım, ama her seferinde, kendimi gerisin geriye uçurumun kıyısına çekilmiş bulurum. Ve orada yürüyeceğim... sonunda boşluğa düşüne dek. Çünkü, hatırlayabildiğim ilk günden beri korkunç bir huzursuzluk duygusu içinde kıvrandım. Bunu sanatımda dile getirmeye çalıştım. Bu huzursuzluk ve maraz olmasa, dümensiz bir gemiye benzerdim.”

— Munch



“Her biri kendi yönünde uçan iki yaban kuşu gibi ruhum.”

— Munch



“Damda yürüyen bir uyurgezer gibiyim. Sakın ansızın uyandırmayın beni, yoksa düşüp paramparça olurum.”

— Munch



“Sanatım, ruhumu açığa vurmama olanak vermiştir.”


— Munch


Hasta Çocuk / Edvard Munch



“Hasta çocuğu ilk gördüğümde — soluk benzi, beyaz yastığa yayılmış kızıl saçları — gördüğüm şey, resmi yapmaya çalıştığımda uçup giden bir şeydi. Resmi bitirip tuvale baktığımda, sonuçtan hoşnut kalmakla birlikte, ortaya çıkanın gördüğüm şeyle pek az ilişkisi olduğunu farkettim. Bu resmi, bir yıl boyunca, tekrar tekrar yaptım — kazıdım, boyayı akıttım, ilk gördüğümü (keten çarşafın üstündeki o solgun, saydam teni, titrek dudakları, ürperen elleri) yeniden yakalamak için sürekli uğraştım.




Buluğ / Edvard Munch



“Ziyaretine gittiğimde, onu bir resim üzerinde çalışıyor buldum. Yatağın kenarında çıplak bir model kız oturuyordu. Pek meleğe benzemiyordu gerçi, ama yine de bir bozulmamışlığı ve masum bir çekingenliği vardı...bu niteliklerdi zaten Munch’u onun resmini yapmaya iten. Kız orada otururken, bahar güneşinin ışınları üzerine vurdu ve başının gölgesi, kaçınılmaz bir yazgı gibi, arkasına vurdu. İşte öyle resmini yaptı onun —bütün kalbiyle-— ‘Buluğ’ adını verdi ona. O resimde kalıcı, evrensel, hayatın sahici bir parçası olan bir şeyi yakaladı.”


Adolf Paul

Edvard Munch

Self-Portrait with a Bottle of Wine (1906)


Norveçli ressam Edvard Munch (1863-1944), modern ekspresyonizmin iki baba figüründen biri (diğeri Van Gogh) olarak kabul edilir genellikle. İlk natüralist resimlerinden sonra, 1890’larda sembolik/psikolojik bir evreden geçmiş ve daha sonraki yılların parlak renkli, dinamik tablolarına varmıştır.

Munch’un sanatını incelemek, çok canlı ve dokunaklı bir güncenin sayfalarını çevirmeye benzer. Munch yalnızca kendi yaşadığını, ya da en azından kendi deneyimi olanı resmetmiştir. Yaşamı resmine yansır. Kısacası, insan Munch’la sanatçı Munch birbirinden ayrılamaz.

“Yapıtlarımda, hayatımı ve hayatımın anlamını dile getirmeye çalıştım. Böyle yapmakla, başkalarının da kendi hayatlarını anlamalarına yardım edebileceğimi düşünüyorum.”

Bir sanatsal niyet, bundan daha açık seçik anlatılamaz sanırım.

Munch’un hayatını incelemek, tek bir günün geçişini izlemek gibidir: gençliğinin kasvetli şafağından sonra, sabah güneşinin iç ısıtan ışınlarıyla karanlık bulutlar yavaş yavaş dağılır ve hayatının günbatımındaki pırıl pırıl renklerle son bulur.


Munch, tüm yalnızlığına karşın, hayattaki nihaî misyonunu hemcinslerine uzanmak, onlara yaklaşmak olarak görüyordu: sanatının gücünü gayet iyi biliyor ve kendine bir tür “nebi” olarak bakıyordu. Bu nedenledir ki, yapıtları kendi hakkında uzun bir itiraflar dizisidir; Özünü tanıma gereksiniminin sonucudur.

Ama sanatçı Munch, insan Munch’ u açığa vursa bile, aynı zamanda kendi iç bütünlüğünü korur ve düşgücümüzü büyüleyen gizemli yanını kolayca ele vermez. Bu “öz-incelemeleri” kendi söyledikleriyle birlikte, onun dünyasının kapılarını aralar bize. Bir dâhi ile karşı karşıya olduğumuzu duyumsarız. Öyle bir dâhi ki, tüm yalnızlığı içinde, bir kez olsun fildişi kulesine kapatmamıştır kendini.

*
Ragna Stang

Sanat / Edvard Munch

“Resimlerimizi gördüklerinde gülenlere, ya da sadece kafalarını kaşıyanlara bir konuşma yapmak hoş olurdu. Yaşamın bu anlık izlenimlerinin gerisinde bir mantığın yattığını düşünmekten âciz bu adamlar. Bütün bildikleri, bir ağacın kırmızı, bir suratın mavi olamayacağı; çünkü çocukken, yaprakların yeşil, insan derisinin tatlı bir ten rengi olduğunu öğrenmişler. Sanatçının bu garip renkleri bilerek, isteyerek kullandığını akılları almıyor. Onların gözünde bu, boş bir entellektüel saçmalık, ya da dengesiz bir kafanın ürünleri. Bu resimlerin ciddi düşüncelerden, acılardan, uykusuz gecelerden, bedensel ve zihinsel azaplardan doğduğunu kavramaları olanaksız.”


“Fotoğraf makinesi hiçbir zaman fırça ve paletin yerini alamayacak — Cehennem ya da Cennet’te fotoğraf çekilebilene dek.”

— Munch


“Hayat yolculuğuna çıktığımda, kendimi eski, çürük tahtalardan yapılmış bir kayık gibi hissettim. Yapımcısı onu fırtınalı denize atarken şöyle demişti: ‘Eğer batarsan, suç senindir ve cezan Cehennem’in sonsuz ateşinde kavrulmak olur’.”

— Munch’tan, K. E. Schreiner’e

İbsen & Nietzsche

Edvard Munch Geniene, Ibsen, Nietzsche og Sokrates, 1909.


7 Mart tarihinde Brandes Nietzsche'ye şöyle yazmıştır: İbsen, bir şahsiyet olarak ilgini çekmelidir. Ne yazık ki bir insan olarak bir şair olarak sahip olduğu kadar itibara sahip değildir. Zihin olarak Kierkegaard'a çok bağımlıdır ve hala teolojiyle doludur.... İnan bana, yapabildiğim her yerde senin için propaganda yapıyorum. Daha geçen hafta Henrik İbsen'e senin eserlerini inceletmeye çalıştım. Çok mesafeli de olsa, onunla bağlantılı olduğun bir yol var. Bu eksantrik adam büyük ve kuvvetli ve sevimsiz ama yine de sevgiyi hak ediyor. Strindberg ona saygı göstermene sevinecektir."


İbsen bilgini ve çevirmeni Michael Meyer, İbsen'in Nietzsche hakkında bulduğu tek kaydın, İbsen 72 yaşındayken, 26 Kasım 1900 tarihinde yayımlanan röportaj olduğunu bildirmiştir. "Son konuştuğumuzdan beri büyük bir düşünür öldü, Nietzsche. "

"Evet, eserlerini pek tanımıyordum. Ancak birkaç yıl önce gerçekten tanınmaya başladı. Dikkate değer bir yeteneğe sahipti ama felsefesi onun demokratik çağımızda popüler hale gelmesini engelledi.

"Kimileri Nietzsche'nin karanlıktan, şeytandan meydana geldiğini söylüyorlar.."

"Şeytan, Hayır. Hayır. Nietzsche bu değildi."

Scream

İki arkadaşımla günbatımında yürüyordum ve cennetler aniden kana bulandı ve  arkadaşlarım yürümeye devam ettiler. Ben parmaklıkların yanında durdum, ölesiye yorgundum. Mavi soğuk fiyortların ve şehrin üzeri alev kırmızısı bir çığlıkla kaplanmıştı ve ben doğanın içinden gelen o büyük çığlığı hissettim, duydum.


Cılızca ve düzensizce, bu tekil deneyimini ucuz mukavva üzerine kustu. Burada her şey korkutucu bir biçimde anlık ve dolaysızdır: dışarıdaki dünya, damarlarında akan "kandan" başka bir şey değildir. Uzaktaki ufuk esnek bir şekilde geriye doğru dolanır; banliyödeki yürüyüş yoluyla işbirliği yaparak, zihni kendi boşluğunda boğarcasına sıkar. Hayatının ilk dönemlerinde, Munch büyük kayıplar, yaslar ve yabancılaşmalar sonucunda acılar çekmiştir; şimdi Berlin'deki bohem ve umutsuz hayat tarzı, dengesizliğinin ince bilenmiş bu ifadesi için gereken çaresiz saldırı hızını tahrik etmiştir. Kısa süre sonra, yeni dünya görüşünün ikonası olarak rağbet görmeye başlamıştır. Bu dünya görüşüne göre, her şey hem zihnin içinde hem de yabancıdır, hem geçici bir eğretilikte hem girdap sarmalayıcılığındadır — sanatın ve hayatın sınırlarının bulanıklaşmaya başladığı bir dünya görüşüdür bu. Kendisini böyle bir geleceğin peygamberi ilan eden Friedrich Nietzsche (“İşte artık tedavülde olmayan bir fikir: ‘gerçek dünya’... haydi onu ortadan kaldıralım!"), ölümcül bir deliliğe yenik düşerek 1889'da kalemini bırakmıştır. Zamana karşı yarışan Munch, uzak kuzeyden gelen tuhaf ısrarcı hayalperest konumu sayesinde, Alman avangard bilincinde bir niş oluşturmayı başararak, 1944 yılına kadar resim yapmaya devam edecektir.

Julian Bell

Edvard Munch


adam sanat sayfalarından

Edward Munch




Edward Munch, yanlış biçimde, çağdaşı olan Dekadanlardan çok, on­lardan sonra gelen Dışavurumcular arasında sınıflandırılır. Vampir tablo­sunda olduğu gibi, onun sanatı Geç Romantik temalardan biri olan cinsel tehlikeyi konu alır. 


Nü bir eser olan Madonna, dingin kadınsı gücü içinde utanmazca kendisini teşhir eden Von Stuck’ın Eve'ini hatırlatır. Erkek en aşağıda açlıktan ölmek üzere olan, tir tir titreyen ürkek bir fetustur. Ke­narlarda birbirleriyle yarışan, ancak hiçbir şekilde giriş imkânı bulunma­yan spermlerin oluşturduğu bir hat vardır. Madonna’yı esinleyenin Strindberg’in şu sözleri olabileceğini düşünmeden edemiyorum:

“Siz bütün kadınların, benim düşmanım olduğunuza inanıyorum. Annem benim dünya­ya gelmemi istemedi, çünkü benim doğumum ona acı verecekti. O benim düşmanımdı. Benim embriyomdan besinini eksik etti, işte bu yüzden eksik doğdum ben.”


 Münch’ün, kadının ağırlığı altında ezilen fetusu Çığlık'ta (1895) agorafobik bir paranoya olarak karşımıza çıkar. Doğanın ce­hennemi çukurunun üzerinde, tarihin köprüsünde donup kalmış olan dengesi bozuk Pierrot, zihinsel ve fiziksel anlamda gelişmemiş saçsız bir hermafrodittir.

*
Camille Paglia
Cinsel Kimlikler

kaotikbenlik.blogspot.com.tr/search/ Edward Munch

The Kiss

1897





Korkunun Renkleri: Munch




Munch ya da dışavurumcu korkular İskandinav esintileri ile bir aradadır. Munch'un tablolarında, özellikle gravürlerinde, düşlerin geçersizliği ile görkemli, korkutucu bir doğanın gerçeği çatışırlar. Ruhbilimsel bir boyuttan gizemli bir boyuta geçiş ise çalkantılara, korkulara meydan verir. Korkular, Munch'un çocukluğundan beri yaşadığı ölüm korkusu, sancılı yalnızlığın korkusu, doğanın sonsuzluğu karşısında duyulan ve yaşanılan dehşet (Çığlık)'dır.

Tüm bunlar Munch'un ilk döneminde kümeleşir yapıtlarında; sonradan  da konularda ( ve renklerde) korkular sanki gerilerek dışavurumcu yaklaşım ağırlığını korurlar. Yine de Çığlık çizilen Vampirlerden, ölüm danslarına karışan çıplak kadınlardan, ıssız sahillerdeki tekinsiz, büyülü evlerden ya da adeta nesnesiz manzaralardan daima Munch'un kendini resimlendirdiği portrelerden yükseldiği gibi yükselir.

Marcel Brion'un tanımlaması ile Edward Munch'un fantastik boyutu: "Açıklanamayanın, belirsiz olanın ve aynı zamanda ölüm dansının, hayaletlerin ve boşluğun fantastiğidir."  Hatta dışavurumcu çerçevelerin dahilindeki plastik anlayışı yansıttığı iç dehşetin doğurduğu, aslında pek de fantastik olmayan korkuların ifadesidir.

Bir iskelete sarılan ve onu öpen dolgun vücutlu genç kız (Genç Kız ve Ölüm);



ölü annesinin yattığı döşeğin yanı başında  kulaklarını tıkayan bir kız çocuğu (Ölü Anne);


The Death Bed (Munch)


The Death Bed. 1895.




YAŞAMIN UCUNA YOLCULUK - Tezer Özlü


Ferit Edgü 20 Mart 1984'te Tezer Özlü'ye yazdığı mektupta şu satırlara yer verir:


"Bir İntiharın İzinde" yürüyorum on gecedir. Bu gece (az önce) V. bölümü bitirdim. (85. sayfa) Bu gün, ilk elli sayfayı basımevine verdim. Bir an önce çıksın istiyorum. Hiç değilse bir tane yanımda bulunsun Berlin'e gelirken.

"Bir İntiharın İzinde" müthiş bir kitap. Çok müthiş bir kitap. (Başka sözcük bulamıyorum) Yıllar var ki böyle bir metin okumadım. (Tabii türkçe metinlerden söz etmiyorum) Bana gençlik yıllarımda, Rimbaud'yu, Lautreamont'u, daha sonra Kafka'yı, Rilke'yi, Hölderlin'i keşfettiğim günleri hatırlattı. 

...İlk kez, yıllar var ki ilk kez, bugüne değin okumadığım bir kitap, yeni bir kitap, daha kitap bile olmamış bir metin, bende böyle bir duygu yarattı...

Birkaç yıl önce, çocukluğun soğuk geceleri için düşünüp de söyleyemediğim, dile getiremediğim buydu işte: o malzemenin öykülemeye değin, böylesi bir çılgınlığa dönüşmesi gerektiğini düşlemiştim. İçine sıçayım edebi türlerin. Romanın. Öykünün. Şiirin. İçine sıçayım. Bana yaşamın ucuna yapılan yolculuklar gerek. Bu yolculuğun türü olur mu?

Kitabına ne güzel yakışırdı YAŞAMIN UCUNA YOLCULUK.



Tezer Özlü'nün yanıtı gecikmez. 26 Mart 1984...


...Yaşamımın bu denli önemli döneminde beni hiçbir şey bu sözlerin kadar yüreklendiremezdi. Bu kitabı bitirdiğimde, daha önce yazdıklarımın bunun yanında bir kompozisyon, eski deyimiyle bir tahrir olduğunu algılamıştım...Gerçekten içimdeki tüm kuşkuları sildin...


YAŞAMIN UCUNA YOLCULUK, dediğin gibi iyi bir ad. Celine'in Gecenin Sonuna Yolculuk adına çok benzetmiyorsan, kitaba bu adı verebilirsin. Bir İntiharın İzinde'den daha iyi olur, İntiharın İzi, biraz bir hafiye romanını da çağrıştırıyor gibi. Bu açıdan sana istediğini yapma seçeneğini bırakıyorum.


Ferit Edgü'den Tezer Özlü'ye: 6 Nisan 1984.


...Madem izin verdin, ben de adını 'Yaşamın Ucuna Yolculuk' koydum.
 Kanımca çok daha iyi oldu.
Yaşamın ucundaki de ölüm değil mi?
Celine'in gecesine nispeten (özellikle) bu adı seçtim. Böylece bir intiharın izindeki polislikten de kurtarmış oldum seni.


Tezer Özlü'den... 2 Mayıs 1984.

Sevgili Ferit,

Dün kitap geldi, beş adet. Munch çok sevdiğim bir ressamdır. Güzel bir kapak olmuş.
Yıllarca içimde taşıdığım bir tümörden kurtulmuş gibiyim. Bu sözcükleri kitap olarak görünce.




The Murderer - Edvard Munch

1910

Self-Portrait in Hell - Edvard Munch

1903

ÇIĞLIK - Edward Munch



 Munch'ın Çığlık isimli resmi dışavurumcu sanatın başlıca görüntülerinden biridir. Resimde bir dalgakıranın üstünde duran iskeletimsi bir figür ve ardında hareketli ve kıvrılan çizgilerle betimlenmiş boş bir su ve uzakta görünen dağlar vardır. Dalgakıranın gerisinde gezinen bir iki insana rağmen figür yalnız başına durmaktadır. Figür (yalnızlığın katıksız anlamını o kadar yalın bir biçimde gösterir ki erkek mi kadın mı olduğu anlaşılamaz) iki eliyle iki yanağını tutmakta, kocaman açılmış ağzından etrafını saran boşlukta yankılanan bir çığlık yükselmektedir. Bu çığlığın verdiği mesaj nedir? Çığlık, doğal dünyadan koparılmanın sebeb olduğu metafizik bir ıstırabın dışavurumu olabilir, diğer insanlardan uzaklaştırılmak biçiminde tecrübe edilen toplumsal işkencenin dışavurumu olabilir, hatta kendi vücudundan ayrılmış, psikozlu bir insanın zihnindeki çılgınlığının dışavurumu olabilir. Bu ifadelerden hangisini seçersek seçelim, bu görüntünün uç duyguların sözsüz dışavurumu olarak barındırdığı güç yadsınamaz.

Munch'ın resmi, öznelliğin, şiddetle hissedilen bir ruh halini dışavurma edimini örnek  alınacak biçimde gerçekleştirir.



Much'ın eserlerinde, dış koşullar genellikle içlerinde bulunan insan figürlerinin duygusal yaşantılarıyla birarada varolurlar.

...

Dışavurumculuk, ruhsal enerjinin patlamasıdır, Bundan dolayı dış dünya üzerinde iz bırakacak bazı jestler sergilemek anlamına gelir. Kağıt veya tuvale izler bırakmak, uzuvların boşlukta hareket ettirilmesi, eninde sonunda öznelliğin kapalı alanından dışarı taşıp seyircinin dikkat etmesini talep eden bir performansı başlatmaktır.