Philip Seymour Hoffman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Philip Seymour Hoffman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hoffman’ın Vedası

Philip Seymour Hoffman öleli dört yıl olmuş. Aldığım en üzücü haberlerden biriydi. Hatırı sayılır bir Hoffmansever kitle olduğunu ve benim de onlardan biri olduğumu ölümüyle birlikte öğrendim. Ölüm haberinden birkaç ay sonraydı yanılmıyorsam, oynadığı son film (A Most Wanted Man) Türkiye'de de gösterime girdi, sinemaya gittim hemen, herhalde bütün Hoffmansever'ler gibi, Hoffman'a son kez doymak için. 

Bir oyuncu olarak çok kıymetli bir filmografi bıraktı ardında.  Kuşkusuz yaşayan en büyük oyunculardan biriydi. Yukarıdaki video'da yer alan A Most Wanted Man'ın son sahnesi sinemaya da vedası niteliğinde.

Philip Seymour Hoffman'a, ölümüne giden sürece ve sonrasında yaşadıklarına dair eşi Mimi O'Donnel bir yazı yazmış:


Philip Seymour Hoffman

“O bir devdi.  Philip’in mirasına bakarken nereden başlamalı emin değilim, zira kapsamı ve derinliği muazzam.  Ancak bu, onun seçimleri hakkında çok şey anlatıyor.

O, bildiğim en iyi karakter oyuncusuydu. Oynadığı küçük rollere baktığınızda, o performanslarının da onu çağdaşlarından ayırdığını görebilirsiniz.  

Güçlü yanı, rolün içine girebilmesi ve kibirli olmayışındaydı. Aynı zamanda, sevdiği şeyden nefret de ederdi. Bu da onun lanetiydi. Performansları yüzünden kendini yiyip bitirirdi. Onun hakkını veren bir yazı yazma ihtimalim az, ama çektiğimiz filmin hakkını verdiğini düşünüyorum. Filmde gerçekten muhteşemdi ve bütün ilgimizi hak ediyordu. Onunla son derece gurur duyduğunu biliyorum. 

İki hafta önce karşılaştığımızda tekrar birlikte çalışmaktan bahsetmiştik.  Bu konuda şöyle demişti: Umarım bunu başka bir filmde tekrarlayabiliriz. Artık daha çok şey biliyoruz ve bence birlikte iyi mücadele eder ve sarsılmaz oluruz. Bu çok heyecanlı.

İlk karşılaşmamız, 2011’de New York’ta Vogue için onunla birlikte yaptığım çekimdi.  Bitişik otel odasında pantolonu düzeltilirken biz de filmden ve rolünden bahsettik.  Elbette iç çamaşırlarıyla oturuyordu ama dikkatinin bu durumdaki absürtlüğe kaymasına hiç izin vermedi.  İş hakkında ciddiydi. Yazık ki bu asla olmayacak.  Filmin sonunu izlemeyi daha da zorlaştıran da bu."

Anton Corbijn





Hoffman'a Veda

Çağımızın en büyük oyuncularından Philip Seymour Hoffman trajik ölümüyle, geride kimi karizmatik, kimi komik, pek çoğu da karanlık sayısız rolü barındıran zengin bir karakterler galerisi bıraktı.

Oynadığı her filme kendi hissiyatını katan, filmde kendi varlığını hissettiren oyunculardan olan Philip Seymour Hoffman artık aramızda değil. 2 Şubat günü –bir pazar günü– evinde, kolunda bir şırıngayla ölü bulundu. Malum, aşırı doz. Bağımsız Amerikan sinemasının anaakım sinemayla da flört etmekten çekinmeyen bu kalender ve mustarip figürünün bu şekilde, henüz kırk altı yaşındayken ölmesi üzücü fakat şaşırtıcı değil. Canlandırdığı hafiften kaybeden, hayatın kenarında duran, trajik ve krizli karakterlere uygun bir son. Yani bir bakıma Hoffman yaşadığı gibi oynamış, oynadığı gibi de hayata veda etmiş oldu.

Hoffman-severlerin, hatta bir filmde belirdiği zaman sırf onun varlığı yüzünden o filmi seven Hoffman düşkünlerinin sayısı hiç az değil. Hatta bu düşkünlüğü mübalağa edip Hoffman’ın oynadığı filmleri ‘bir Hoffman filmi’ diye ananlar da var –bendeniz de bunlardan biriyim. Bu anlamda Hoffman gerçek bir ‘yıldız’dı ama ‘yıldız’ sistemine uygun bir tavra ve duruşa sahip değildi. Aslında ‘silik’ olabilecek olağan hatları, hafif tombulluğu, hantallığı ve döküklüğüyle sorunlu ‘yan komşu’ tiplemesine ve genel olarak yan rollere uygundu. Ama yan rollerde belirdiğinde bile insanın aklına bir çengel gibi takılıyor, başrolden ‘rol’ çalıyordu. Kendisinin karizması (ya da aurası) ultra-etkileyici hatlardan ve ultra-havalı bir duruştan değil, gayet insani, gayet sıradan ve sahici bir portre çizmesinden kaynaklanıyordu. İnsanda hayran olunan, ulaşılmaz bir figüre duyulan saygıyla karışık mesafeli bir sevgi değil, içten, samimi bir sevgi yaratmasının nedeni de buydu herhalde. ‘Hayattan büyük’ ama yapay, iki boyutlu bir personası değil, hayatın içinde, biraz da hayatın hırpaladığı hakiki bir personası vardı.

Bu hakikilik sayesinde ‘iyi insan’ rollerini de ‘kötücül’ karakterleri de müthiş bir sahicilikle canlandırıyordu. Aslında tıpkı yan rol/baş rol ayrımını ortadan kaldırdığı gibi iyi/kötü ayrımını da ortadan kaldırıyordu. Belki de bu yüzden, bir kategoriye kolayca atılıp üstü kapatılamadığı için filmlerdeki varlığı seyircilerin hep aklında kalıyordu.

Canlandırdığı rolleri şöyle bir hatırlayalım. Şahsen hafızama en çok kazınan rolleri Paul Thomas Anderson’ın Manolya’sındaki iyi niyetli, fedakâr, kalender erkek hemşire rolü ve Todd Solondz’un Mutluluk’undaki krizli ve biraz da patetik yalnız adam tiplemesi olmuştu. Buna hemen Vahşiler’de canlandırdığı krizli, biraz insan sevmez, ‘mağrur-bezgin’ tiyatro profesörünü, Synecdoche, New York’ta canlandırdığı buhranlı oyun yazarını ve elbette Capote’de sergilediği şahane Truman Capote performansını eklemek lazım. Bu yazar-çizer rollerine Şöhrete Bir Adım’da canlandırdığı müzik eleştirmeni Lester Bangs’i de ekleyebiliriz. Sıkı bir edebiyatsever olduğu bilinen Hoffman’ın bu kadar çok ‘edebî’ karakteri canlandırması da rastlantı olmasa gerek. O mustarip ama yine de mağrur ifadesinde, yaşadıklarıyla arasına yazıyı ve hikâyeyi koyabilen ‘yazı üstatları’na has bir şey de vardı.

Acı Bir İroni

Bu yazar-çizer karakterlerin yanı sıra Hoffman’ın ete kemiğe bürüdüğü müptela ve kötücül karakterler de vardı. Kumar Tutkusu’nda yıkıma giden bir kumar bağımlısını, Paul Thomas Anderson’ın son filmi The Master’da da manipülatif, hipnotik ve kötücül bir tarikat liderini canlandırmıştı. Bilhassa Anderson’ın filmi Hoffman için hayati bir hikâye barındırıyor: Hard Eight’ten itibaren Anderson’ın neredeyse bütün filmlerinde kadrolu oyuncu olan Hoffman’ın oynadığı son Anderson filminin, sonunu hazırlayan bir olaya vesile olması son derece ironik. Corinne Van Vliet’in yazısına göre, Hoffman en son 1989’da veda ettiği madde bağımlılığına, The Master’ın 2012’de yapılan galasında kendisine ikram edilen bir kadeh içkiyle geri dönmüş. Daha doğrusu şöyle: tam yirmi üç yıldır alkolden ve uyuşturuculardan uzak duran Hoffman ilk kez bu galada alkolü tekrar bünyesine sokmuş ve işte o alkol damlası Hoffman’ı tekrar bağımlılığa götüren yolun başlangıcı olmuş. Hızla nükseden eski bağımlılık Hoffman’ı iki seneden kısa bir süre içinde aşırı dozdan ölüme götürmüş. Bu son filmin adının ‘Usta’ olması da Hoffman’a atfedilebilecek bir unvan olması sebebiyle hoş (ve acı) bir ironi içeriyor.

The Master’da Hoffman’ın oyunculuk geçmişini özetler gibi duran bir sahne var. Joaquin Phoenix’in canlandırdığı, savaşın travmasını atlatmaya çalışan denizci, Hoffman’ın canlandırdığı karakterle ilk karşılaştığında “Neler yaparsın?” diye soruyor. Aldığı cevap şu:  “Birçok şey… ben bir yazarım, doktorum, nükleer fizikçiyim, teorik filozofum.” Evet, Hoffman da ‘birçok şey’ oldu ve gerçekten oldu. Sanki onlarca farklı hayat yaşamış da büründüğü rollere bu hayatlardan parçalar katıyor gibi bir his yaratıyordu. Trajik ve erken ölümü de filmlerle geçen hayatına bir film sahnesi gibi eklenmiş oldu.

Huzur içinde yatsın. 

(Ahmet Ergenç - Altyazı)

Dertli Yıldıza Veda

“Bence herkes, kendi kendini sevmekle ilgili sorunlar yaşıyor. Bu en temel insani meselelerden biri; sabah uyanmak ve gece için rahat bir şekilde kafanı yastığa koyabileceğin bir gün geçirebilmek... Gençliğimde insanın kendisiyle ilgili böyle şüpheler, endişeler duymasının gerçekten nasıl bir şey olduğunu göstermek isterdim”. The Independent’tan Jess Denham’a verdiği röportajda Phillip Seymour Hoffman böyle diyordu. Pazar günü 46 yaşında New York’taki apartman dairesinde kolunda bir şırıngayla ölü bulunan oyuncu, gerçekten de sinema kariyerinin büyük bir bölümünü bu sözünü ettiği endişeleri perdeye getirmek için kullandı. İlk kez radarımıza girdiği ‘Boogie Nights / Ateşli Geceler’de porno kralı Dirk Diggler’a içten içe âşık set elemanı Scotty’den Oscar kazandığı ‘Capote’deki unutulmaz Truman Capote performansına kadar... Kısık gözleri, suratında karşıdakinin bakıp da bir saniye sonra olacakların kestiremeyeceği ifadesi, dipten gelen sesi belki her filminde bakiydi ama bu, birbirinden epey farklı karakterleri inandırıcı bir şekilde perdeye getirmesine engel olmadı. 

Kahramanı annesi

1990’ların Miramax çağının en bilinen yüzlerinden Hoffman, 1967’de New York, Fairport’ta doğdu. 2006’da en iyi erkek oyuncu Oscar’ını aldığında teşekkür konuşmasının yarısını ayırdığı ve bir kahraman olarak gördüğü annesi insan hakları savunucusu bir hakimdi. (Oyuncu Oscar konuşmasında “Beni ilk oyuna götüren annemdi. Sonrasında da onun rüyası kendi rüyam oldu” dedi.) Lisede boynu sakatlanınca güreş ringlerinden sahneye transfer olan Hoffman’ın yolu daha sonra New York’un meşhur sanat okulu Tisch’e kadar vardı. Uyuşturucu alışkanlığı da bu dönemde perçinlendi. Hoffman, 2006’de meşhur ‘60 Minutes’ programına verdiği röportajda üniversiteden mezun olmadan önce uyuşturucu ve madde problemi olduğunu ama rehabilitasyona girdiğinden beri ayık olduğunu söylemişti. Kendi ifadesine göre o dönem Hoffman, eline geçen ne varsa kullandı. New York Post’ta ise Hoffman’ın 2012’de bir kez daha rehabilitasyona girdiği, bu sene son filmi ‘God’s Pocket’ın promosyonu için hiçbir röportajı kabul etmediği yazıyor. Yine New York Post, onun son dönemde arkadaşları tarafından dalgın ve kafası uzaklarda göründüğünü aktarıyor. 

Asıl zorluk oyunculuk

Ne var ki söylentilere bakılırsa Hoffman, zaten hiçbir zaman görüntüsüyle beklentileri karşılamayı dert edinen birisi olmadı. Onunla röportaj yapma şansına erişenlerin ortak görüşü, Hoffman’ın neredeyse her seferinde kariyerinin doruğunda Oscar’lı bir oyuncu gibi değil de iş bulamayan bir aktör gibi röportajlara geldiği... “Sanki parkta bir bankta uyumuş da gelmiş gibi” ya da “Traşsızdı ve buram buram sigara kokuyordu” Hoffman röportajlarından birkaç alıntı. Ama sinemada kendini her türlü rolün içine bırakan Hoffman’ın gündelik hayatında nasıl göründüğü de pek kimsenin umrunda olmadı. Tabloidler ne derse desin. Zaten Paul Thomas Anderson gibi kuşağının en cesur yönetmenlerinden birinin gözde oyuncusu olarak onu seçmesinde şaşılacak bir yön yok. Anderson, kamera arkasında nereye gideceği kestirilemeyen işler çıkartırken, kamera önünde Hoffman da en tahmin edilemez karakterleri damarlarına nüfuz ettiriyordu. ‘Ateşli Geceler’de Scotty, ‘Punch Drunk Love’da telefon seksi komisyoncusu Dean, ‘Manolya’da hastasıyla alışıldıktan yakın bir ilişki kuran erkek hemşire Phil ve tabii ki ‘Usta’da eşi bulunmaz tarikat lideri Lancaster Todd. 
Ancak Hoffman’ın işini ciddiye alması için illa Anderson gibi yönetmenlere veya ‘Doubt / Şüphe’deki rahip gibi zorlu rollere ihtiyacı da yoktu. Misal Esquire dergisinin ‘Görevimiz Tehlike III’teki gibi rollerin daha az talepkâr olup olmadığı sorusuna “oyunculuk her zaman çok zordur, malzeme ne olursa olsun” cevabını vermişti. Görünen o ki bu zorluk da Hoffman’ın sadece kariyerinin değil hayatının merkezindeydi. Her ne kadar rolden çıkabilmenin en sağlıklısı olduğunu söylese de ‘Capote’ için çekim boyunca yazarın sinik tavrından ve aksanından vazgeçmemişti. Başka bir Hollywood yıldızında itici gelebilecek bu seçim söz konusu Hoffman olunca aynı etkiyi bırakmıyor. Zira oyuncunun çıkardığı işten bu titizliğin yersiz bir kapris değil de performans uğruna katlanılan bir zorluk olduğu bariz. 

“Filmlerimin hiçbiri çocuklarımın 40’ından önce seyredebileceği gibi değil... İşin tuhafı ‘Mary ve Max’ adlı bir animasyonun seslendirmesini yapmıştım ve onda da karakterlerden biri kendini öldürüyordu. Şimdiye kadar seslendirdiğim tek animasyon bile yetişkinler için” diyen Hoffman, bir ara karanlık, tekinsiz rollerin yanına daha hayat dolu olanları ekledi. ‘Charlie Wilson’ın Savaşı’, ‘Synecdoche’ ve ‘Idles of March’ filmleri ona göre “şüpheden çok hayata tutkuyla sarılmakla” ilgiliydi. 

En zoru diye nitelendirdiği tiyatrodan ne yönetmen ne de oyuncu olarak vazgeçti. Sahnedeki her işi coşkuyla karşılandı. Eğer 46 yaşında ölmeseydi, komedi dizisi ‘Happyish’le kariyerine televizyonu da ekleyecekti, Anton Corbijn’in ‘A Most Wanted Man’inin Sundance sonrası nasıl tepkiler alacağını görecekti. Ancak karakter oyunculuğuyla başrol arasındaki sınırları bulandıran eşsiz kariyerlerden birisini bırakarak hayata veda etti.

(Erman Ata Uncu / Radikal)

...