İlk Fotoğraf (1826, Nicephore Niepce)

İlk fotoğraf, Niepce'nin o ünlü arka pencere fotoğrafı, heyecan verici bir yalınlık içinde gölgelerin dilini konuşan bir fotoğraftır. Gölgelerin derinliğiyle, yoğunluğuyla, şaşırtıcılığıyla, tedirgin ediciliğiyle etkileyici bir fotoğraftır. O fotoğrafın plastik yapısını, bir gün boyu devinen, dönen, biçim değiştiren gölgeler çizmiş, boyamıştır. Fotoğrafta gölgenin serüveni de, oradan, ilk kareden başlar.


Yeryüzünde çekilen ilk fotoğraf, bir bahçe fotoğrafıdır ve fotoğrafın babası Joseph Nicephore Niepce tarafından 1826 yılında Fransa'da, Chalon sur Saone'da çekilmiştir. Gerçi o sıralar fotoğraf sözcüğü henüz bilinmiyordu ve Niepce, el yapısı aygıtlar yardımıyla ve güneş ışığıyla yarattığı ilk görüntülere "heliogravüre" adını vermişti; ama yine de bilinen ve bugünkü tanımına uyan ilk fotoğraftır bu. Niepce, Chalon'a dört kilometre uzaklıktaki kır evinin arka pencerelerinden birinin pervazına, kendi yapımı bir tür camera oscura bağlamış ve asfalt kaplı çinko levha üstüne sekiz saat süreyle arka bahçenin görüntüsünü ve ışığını düşürerek ilk saptanmış görüntüyü elde etmeyi başarmıştı (Kimi kaynaklarda bu mekan, avlu sözcüğüyle tanımlanıyor, ama bence düpedüz bir bahçe bu; bir kır evinin bahçesi. Yeni ve aynı noktadan çekilmiş fotoğraflarına bakarsanız, geçen zaman içinde epeyce de ağaçlanmış, yeşillenmiş bir bahçe).

Şaşırtıcı olan, bu ilk fotoğrafın, fotoğraf tarihinin belki de en güzel fotoğraflarından biri olmasıdır; öyle böyle değil gerçekten güzel, etkileyici ve ilk olmasının ötesinde heyecan verici bir fotoğraf. Son derece ustaca düzenlenmiş ( ya da isterseniz yakalanmış diyelim) bir geometri içinde, izlenimci resssamlara, pointilliste'lere taş çıkartacak yüzey dokuları ve geri tonlarıyla kurulmuş bir manzara fotoğrafı.

Ona biraz dikkatlice bakınca, bundan yüz elli yıl önce sıcak ve ıssız bir bahçede bütün bir gün boyu yapılardan toprağa, topraktan duvarlara akıp durmuş ışığın iri grenli düzlemlerde istiflediği ve sonsuza dek saptadığı izler, insani bir mekan ve zaman burgacına çekiyor hemen. Güzel bir kır evinin yapıları seçiliyor titrek çizgilerde; duvarların görmemize izin vermediği bir hayal perdesinde 19. yüzyıl kentsoylu yaşamının gölgeleri uçuşuyor. Güvercinlik, ambar, iki katlıya benzer bir evin kanadı, uzakta ağaçlar ve ova... Güvercinlik varsa güvercinler de olmalı; belki bir köpek havlamıştır bütün gün uzakta. Hayır. Bence böylesi bir gerçeklik duygusu değil bu fotoğrafta bizi içine çeken. Daha çok plastik bir anlatım ağır basıyor yaşamın ışıkla bu ilk saptanışında; belki aygıtların ve yöntemin hantallığından, acemiliğinden, malzemenin kabasabalığından doğan, ama daha çok acemilikleri ve rastlantıları iyi kullanan ressamların yakalamayı bildiği bir dışavurum türüne, çocuk resimlerinden taşan içtenliğe benzer bir şeyler var. Bugüne dek tadını koruması da, sanırım bu yüzden. Öte yandan Niepce'in ikinci ünlü fotoğrafı ve fotoğraf tarihinin ilk ölüdoğası  Sofra'da da benzer bir anlatım gücünü tutturması, bütün bunların kendi içinde bir rastlantı olmadığını gösteriyor.

Niepce: La table servie (nature morte)

Ya bahçe! Neden bu ilk fotoğraf için seçilen konu bir bir bahçe olmuştu acaba? Yalnızca güzel bir görünüm verdiği ve ıssızlığıyla, dinginliğiyle böylesi bir deneye elverişli olduğu için mi?

Ya da evde bu iş için kullanılabilecek tek pencere, buraya baktığı için mi?

Belki sadece, sevdiği bir yeri ölümsüz kılmak istemişti Niepce. Kim bilir! Belki de o arka pencereden, yalnızca ozanların ve çocukların bildiği o yolu görmüştü, gündelik, alışılmış bir bahçeden, bilinmedik bahçelere, görülmedik ağaçlara giden.

(Samih Rifat)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder