Delilik ve Deha


Dehanın koşulu olarak sayılması gereken, sinirsel mekanizmanın çok hassas, yırtılacak kadar gergin hali, alışılmamış düşünsel başarı ve hastalıklılık arasındaki yakınlığı da anlaşılır kılar. Aynı zamanda psikopatolojinin niçin bu kadar sıkça dahiliğin ön basamağı olduğunu da anlamamızı sağlar. Dahilerin çoğunda durum besbelli, beyin yapılarının yüksek formu olağanüstü eserlerin üretilmesine yetecek kadardır. O zaman normal tepiler dahiyane üretkenliği tetiklemeye yetmektedir. Hormonal etkiler de yardımcı olabilir. Bu bağlamda şu da hatırlanabilir ki birçok şairde şiirsel kıvılcımı çaktıran şey aşk olmuştur.

Buna karşılık dahiyane başarılara yetenekli başka insanlarda beynin alışılmamış yapısı, en yüksek düşünsel değerlerin üretimine götüren "ruhsal mekanizma'yı harekete geçirmeye yalnız başına yetmiyor gibidir. Burada Karl Jaspers'in bir keresinde dediği gibi sinir sisteminin her çeşit uyarılışının yetenekli kişide yaratıcılığı ortaya çıkarabilmesi için ek cazibeler gereklidir. Beyin hücrelerinin bu tür uyarılmalarının, lenf akımının normal kimyasından uzaklaşmalarıyla da oluşabileceği, daha önce söylenenden sonra artık şüphe götürmez. Kolayca tasavvur edilebilir ki kan dolaşımı üzerinden  mesela metabolizma ürünleri ya da başka biyolojik faktörler ruhsal mekanizma'nın çalışmasına etki edebilir ve kan sıvısının akyuvarları bunda besbelli taşıyıcılık yapar.

Ama yapısında herhangi bir biçimde normalden ayrılan metabolizma ürünlerinin göze çarpmadığı hiçbir hastalık, özellikle de hiçbir beyin hastalığı yoktur ve burada deha ile delilik arasındaki yakın beraberliğin en son sebebi gizli gibidir. Tamamen ortaya çıkmış akıl hastalığı her türlü dâhiliği kesinlikle dışlar. Ama eğer psikoz henüz yaklaşma evresindeyse (bilimde buna prepsikotik evre deniyor) o zaman beyin hücrelerinin metabolizmasında mikrokimyasal farklılıklar zaman zaman (bir dizi dâhide gösterildiği gibi) düşünsel yaratıcı güçte şaşırtan ve mucizeye yakın bir artışı beraberinde getirir. Bu dönemin eserlerinde çoğu zaman açıkça görülür, düşünceler nasıl genişliyor, nasıl hızlanıyor, hayal gücü nasıl genişliyor ve gittikçe daha büyük mekanlara el atıyor, tasarımların gidişatı nasıl hızlanıyor, engeller nasıl yok olup üretim temposu nasıl yükseliyor. Geçenlerde ölen psikiyatr Ernst Kretschmer der ki 'hafif toksitsel beyin uyarımları, daha sonraki yıkımın öncüsü niteliğiyle, çok yetenekli kişilerde geçici bir deha artışı yaratabilir." Ve Karl Jaspers şöyle diyor:

“Şizofreninin bazı büyük sanatçılarda eserlerini yaratmanın bir koşulu oluşu, psikoz gelişiminin zamansal ilerleyişinin onların yaşantı ve yaratma tarzındaki değişim ile eserlerinin üslup değişimi ile birarada oluşuyla son derece muhtemel hale gelmektedir."

Alfred Kubin - Madness
(http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2015/01/nietzschenin-deliligi.html)

Sağlıklı dâhiler bile, birçok ifadelerinde görüldüğü gibi, yaratıcı dehalarının hasta olmayla yakın birlikteliğini sezerler. Mesela Gustave Flaubert 1892 de şöyle yazar:  

"Dâhilik, korkunç bir hastalıktır. Her yazar, yüreğinde duygularını sürekli kemiren bir dev taşır. Savaşı kim kazanacaktır, insan mı yoksa hastalık mı? Doğuştan getirdiği deha ile karakter arasındaki dengeyi bulmak için gerçekten büyük bir insan olmak gerekir."


Hastalıkla sanatkârlığı arasında ilişkiyi gayet net kavrayan Van Gogh'da kanda biriken epileptik uyarıcı madde, nöbet oluşturmadan önce mutsuz ressamı tam bir üretme zorlaması dalgasıyla sarsıyordu. Başka örneklere gelince: Robert Mayer, besbelli lenf akımı yolunda ortaya çıkan psişik olağanüstü halde, enerjinin sakınımı ilkesi gibi dâhiyane düşünceyi ortaya koydu. Buz gibi ruh gecesinin yaklaştığını ürpererek sezen Hölderlin, Hugo Wolf, Schumann ve Nietzsche, bunların hepsi de çöküşten yıllar önce, damarlarında kaynayan hastalık zehrinden üretkenliğin mucizevi artışına ta eser çılgınlığına ve hızlı yaratma deliliğine kadar kırbaçlanmışlardı. Hastalığı ilk işaretleriyle kendini gösteren Maupassant'a  daha tam on yıl tükenmez bir yazarlık yaratıcılığı kısmet olmuştur. Dâhilik yeteneğine daha başından beri kesin olarak sahip olan (çünkü beynin yapısı değişmez), ama kan dolaşımının taşıdığı o esrarengiz uyarımın ancak onlarca yıl  sonra beyni şairlik yaratıcı gücüne ulaştırdığı Conrad Ferdinand Meyer...

Kaderlerinin yolu deliliğin gecesinde son bulan dâhilerin hayat hikâyelerine geriye dönüp bakılırsa, denebilir ki bunların hepsi (sağlıklı günlerinde de) aslında mutlu insanlar değillerdi. Bunların en azından çoğu için, bir zamanlar Thomas Mann'ın bu mesele hakkında yaptığı tanım uymaktadır:

"Deha, yaşama gücünün hastalık sayesinde yaratıcı bir biçimidir ki, hastalıkta derinde hissedilir, hastalıktan ilham alır."

Dâhi ve sonunda delirmiş insanların hayat hikâyeleriyle uğraşmak her halükarda bir şeyi öğretir: Onların varlığı, normal vatandaş ölçütüyle ölçülemez, insanlığa ölümsüz şey armağan edip bunu çoğu zaman kişisel mutsuzlukla ödemek zorunda kalanlar, hattâ (daymonlarının ardında) şehirli hayatına günlük mânâda yeteneksizlik gösterenler ayıplanmaktan çok hayran olunmaya değerdirler. William Somerset Maugham, bunu bir keresinde şüphesiz aynı şekilde psiko-pat ressam Paul Gauguin'in (daha sonra Tahiti'de cüzzamdan ölmüştür) hayat romanında şöyle formüle etmiştir:

"Deha, ona sahip olanlar için ağır bir külfettir. Onlara karşı sabırlı ve çok hoşgörülü olmak zorundayız."

*
Gerhard Venzmer
Delilik ve Dahilik

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder