Çığlık Mektuplar

    Hölderlin’in mektupları arasında "delilik dönemlerinin örnekleri, bu dönem hayli uzun sürmüş olmasına karşın, pek az yer tutar. Oğlunu kaba, ona hayli hoyrat davranan bir marangozun yanına veren anneye yazılmış bu mektupların öncekilerden en önemli farkı, bitiriliş biçimleridir. Okurken insanın gözlerini yaşartacak ölçüde kırılgan, zayıf, ürkek bir üslup eleverir bu kekeme mektuplar. Hemen her mektubu “itaatkâr oğlunuz Fritz" “fazlasıyla itaatkâr oğlunuz" diye bitirir Hölderlin: Korkmakta, nedenini de bedelinin sınırlarını da artık anlayamadığı bir büyük suçundan dolayı sanki bağışlanmayı beklemektedir.           
                                
    Şüphesiz çok daha farklı bir konumdan Artaud’nun “Rodez Mektupları” da iniş anlarında buna benzer bir boyuneğme dışavurur. Yazın dünyasına ilk adımını Jaeques Riviere’e yazdığı birkaç çığlık-mektupla atan Artaud, gerçeküstücü hareketin ortasındayken kaleme aldığı “Papa’ya Mektup" gibi ünlü örneklerde ünlemin üst nota basamağına çıkıp oturmamış mıdır sözüyle? Rodez’den yazdıklarında üst ve alt noktalara doğru hızla inip çıkan bir sestir Artaud: Neredeyse yalvarır kimi zaman, özellikle de Ferdieres’e yazdığında; kimi zaman da, belki Van Goğh’u düşünerek, bütün sınırlarından taşıverir. Rodez sonrasında yazacağı en ağulu şiirsel metinler gene mektup biçiminde olacaktır.                 
    
Hölderlin, Van Gogh, Artaud: Aklın sınırlarını zaman zaman zorlamış, zaman zaman da tümden bu sisli dorukların mektupları, hançereden kopup gelen şaşılası bir tını barındırır. Ama en çarpıcı, çünkü en ayrıksı Örnek, 1888'in son aylarında Nietzsche’yle Strindberg arasında gerçekleşmiş yazışmadır. 3 Ocak 1889 günü, Nietzsche’nin çatlayışını izleyen dakikalarda Stockholm’e postaladığı “Dİonisos Sezar" imzalı kartpostalla sona eren bu kısa mektuplaşma serüveni bir çağın çöküşünün işaretidir bir yandan da.
     
 Bireylerini yataklarından taşmaya zorlayan Avrupa toplumları, insanların çığlıklarına uzun süre sağır kalamayacaktır: Nietzsche hastaneye kaldırıldığında "the right man in the right place" diyen zihniyetin temsilcilerini iki dünya savaşıyla tımarhaneye dönecek bir yaşlı kıta beklemektedir.

Paradoks gibi gelebilir: Pek az kişinin yüreğini dağlayan, kulaklarını tırmalayan bu çığlık-mektuplara büyük çoğunluğun sağır kalması, eleverilen gerçeğin çıplaklığında görülememesine yol açmakla kalmaz, tam da gecikildiği anda, içerdikleri gerçeğin bize çarpmasını da kaçınılmaz kılar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder