Kendi Şarkım / Walt Whitman




KENDİ ŞARKIM

1

Kendimi övüyorum, kendimi anlatıyorum,
Bende olanlar sizde de olacak,
Çünkü bendeki her atom benim olduğu kadar sizindir de.

Sere serpe ruhumu çağırıyorum,
Eğilip koyveriyorum kendimi yeşeren yaz çimenini özleyerek.

Dilim, kanımın her atomu, bu topraktan oluşma, bu havadan,
Burada doğmuş ana babalardan doğma, onların da ana babaları burada doğmuş, onların da, onların da,
Ben, otuz yedi yaşımda bugün, sağlık içinde başlıyorum,
Ölünceye kadar durmama umuduyla.


2


Evlerle odalar kokularla dolu, raflar kokularla dolu,
İçime çekiyorum güzel kokuları, tanıyorum, hoşlanıyorum,
Kokular nerdeyse kendimden geçirecek beni, ama izin vermem buna.
Atmosfer bir koku değil, onda damıtılma tadı yok, o kokusuz,
O tam bana göre, onu sevivorum,

Ormanın yanındaki koruya gideceğim, soyunup çırılçıplak olacağım orada,
Deli oluyorum onun bana dokunmasına.



Doğduğuna sevinen biri mi var?

Hemen söylemek isterim ona, ölüm de sevinilecek 
bir şeydir, biliyorum.

Ben ölenlerle geçtim ölümü, yeni doğan bebelerle geçtim doğumu, ben öyle şapkamla ayakkabılarımın arasına çakılıp kalmam,
Her şeyi öğrenmek isterim ben, hepsi başka başka, hepsi de güzel, iyi,
Dünya iyi, yıldızlar iyi, onların uzantıları, hepsi iyi.
Ben bir dünya değilim, ya da bir dünyanın uzantısı değilim,
Ben dostu, yol arkadaşıyım insanların, hepsi benim kadar ölümsüz, benim kadar derin,
(Onlar bilmez ne ölümsüz olduklarını, ben bilirim.)
Her tür kendine, Her tür kendinin, benim erkeklerimle dişilerim de bana,
Bana bütün o delikanlılar, kadınlara sevdalanan,
Bana o gururlu, o küçümsenmeye gelmez adam,
Bana o sevgili, o yaşlı kadın, bana o analar, o anaların anaları,
Bana o gülümseyen dudaklar, göz yaşı döken gözler, Bana o çocuklar, o çocukları yaratanlar.

Kaldırın örtüleri! günah işlemiş, ya da yıpranmış, 
ya da atılmış değilsiniz benim gözümde,
Ben örtülerin, dokumaların arkasını da görürüm,
Ben hep yanıbaşınızda, vazgeçmez, kavrayan, yorulmak bilmez, kurtulunmaz olanım.

(...)


 10

Kaçak köle evime geldi, dışarda durdu,
Yerdeki küçük, kuru dalları çıtırdatıyordu kıpırdandıkça,
Mutfağın kapalı, yarım kapısından gördüm onu, cansızdı, sıskaydı,
Yanına gittim, bir kütüğün üstünde oturuyordu, elinden tutup eve soktum, korkacak bir şey olmadığını söyledim,
Su getirdim, batyayı doldurdum, terli vücudunu, ezilmiş, sıyrılmış, kızarmış ayaklarını yıkadı,
Ona kendi odamın yanındaki odayı verdim, ona kalın, temiz giysiler verdim,
Durmadan dönen gözlerini, çekingenliğini bir türlü unutamıyorum,
Boynundaki, topuklarındaki yaraları ilaçlayıp sarışımı bir türlü unutamıyorum;
Tam bir hafta benimle kaldı, iyileşene, kendini toparlayana kadar, sonra kuzeye gitti,
Sofrada yanıma oturtuyordum onu, tüfeğim köşede 
öylece duruyordu.
(...)

18

Gümbür gümbür geliyorum, borularım, davullarımla,
Marşları yalnız yenenler için değil, yenilenler, öldürülenler için de çalıyorum.
Günü üstün kapamanın iyi olduğunu duydunuz mu?
Ben alt olmak da iyidir diyorum, savaşlar kazanıldıkları ruhla yitirilirler.
Davulumu ölenler için çalıyorum,
Borularımı bütün gücümle, sevinçle onlar için üflüyorum.
Yaşasın yenilenler!
Yaşasın savaş gemileri denize gömülenler!
Yaşasın kendileri denize gömülenler!
Yaşasın savaşları yitiren generaller, yenilen bütün yiğitler!
Sayısız adı bilinmeyen yiğitler, bilinenlerin en yücelerine eşit olan!
(...)

21

Ben Vücudun şairiyim, ben Ruhun şairiyim,
Cennetin tatları benimle, cehennemin acıları benimle,
Tatları kendime aşılıyor, çoğaltıyorum, acıları yeni bir dile çeviriyorum.
Ben erkeklerin olduğu kadar, kadınların da şairiyim,
Kadın olmak da, erkek olmak kadar büyüktür diyorum, ,
İnsanların anasından daha büyük bir şey olamaz diyorum.

Ben büyüklüğün, ya da gururun şarkısını söylüyorum,
Kendimizi küçük görerek, alçalarak katlandıklarımız yeter,
Biricik gelişmenin büyüklük ölçülerinde olduğunu gösteriyorum.
Ötekileri geride mi bıraktın? Başkan mı oldun?
Boş şey, onlann hepsi varacak oraya, varıp geçecek, daha ilerilere gidecekler.

Ben gittikçe gelişen, büyüyen geceyle, genç geceyle birlikte yürüyorum,
Gecenin yarı yarıya örttüğü toprağa, denize sesleniyorum.

İyice yaklaş, bağrı çıplak gece — iyice yaklaş, çekici, besleyici gece!
Güney rüzgârlarının gecesi — birkaç kocaman yıldızın gecesi!
Hâlâ uyuklayan gece — çılgın, çıplak yaz gecesi.

Gülümse, ey iç açıcı, serin soluklu toprak!
Uyuklayan, eriyip giden ağaçların toprağı!
Batan güneşin toprağı — tepeleri dumanlı dağların toprağı!
Testekerlek ayın, mavi mavi saçılan, parlak ışıkların toprağı!
Irmakların alçalıp yükselişini alaca bulaca renklere boyayan aydınlıkların, karanlıkların toprağı!
Benim hatırım için parlaklaşan, temizlenen boz bulutların toprağı!
Alabildiğine uzanıp giden, dirseklenen toprak — elma çiçeklerine bürünmüş, bereketli toprak!
Gülümse, sevgilin geliyor.
Eli açık toprak, sen bana aşk verdin — işte ben de sana aşk veriyorum!
Sözcüklere sığmayan, ateşli bir aşk.

(...)

24

Walt Whitman, bir evren, bir Manhattan çocuğu,
Kavgacı, etli canlı, duyarlı, yiyen, içen, çoğalan,
Alçakgönüllü olmayanlardan daha alçakgönüllü değil. 
Sökün kilitleri kapılardan!
Sökün kapıları kasalarından!
Birini küçümseyen beni de küçümsemiş demektir,
Kime ne yapılır ya da söylenirse sonunda bana gelip dayanır.
Bütün bilgiler bende kabarıp yükselir, bende akar, bende yön bulur.
Ben en eski parolayı söylerim, demokrasi derim geçmek için,
Tanrım! herkesin aynı oranda payını almadığı hiçbir şeye el süremem.
(...)

33

(...)

Bir inanç uğruna ölenlerin büyüklüğü, sessizliği, Yaşlı bir ana, büyücü diye yakalanıp kuru odunlarla yakıldı, oğullarının, kızlarının gözü önünde, Köpeklerle kovalanan bir köle, yorgun düşmüş, bitkin, parmaklığa yaslanıyor, soluk soluğa, ter içinde,
Bacaklarına, boynuna iğneler batıyor, ağrılar bıçak gibi saplanıyor, öldürücü saçmalar, kurşunlar yağıyor,
Bütün bunları kendimde duyuyorum, daha doğrusu bütün bunlar ben’im.
Kovalanan köle benim, köpekler ısırınca geri sıçrıyorum,
Acılar, umutsuzluklar çöküyor üstüme, tüfek sesleriyle geliyor insan avcıları,
Parmaklığın çubuklarına sarılıyorum, ezilen kaburgalarım, kanayan derimin altında inceliyor,
Otların, taşların üstüne yuvarlanıyorum,
Biniciler, isteksiz atlarını mahmuzluyor, yaklaşıyorlar, Sersemlemiş kulaklarıma doluyor kötü sözleri, hiç acımadan kamçıların sapıyla vuruyorlar kafama.

Acıları bir giysi gibi geçiriyorum üstüme,
Yaralı insana nasıl olduğunu sormuyorum, ben kendim yaralı insan oluyorum onu görünce,
Şöyle arkama yaslanıp bakıyorum, yaralarını kara kara, çürük rengi yaralarım.

(...)

47

(...)

Bunları bir dolar için ya da vapur beklerken vakit geçirmek için söylemiyorum,
(Benimle birlikte, benim kadar siz de konuşuyorsunuz, ben sizin dilinizim,
Sizin ağzınızda bağlanıp kalan şeyler, bende çözülüyor.)
Yemin ederim bir daha adını anmayacağım aşkın ya da ölümün bir dam altındayken,
Yemin ederim açık havada benimle başbaşa kalmayan erkeğe ya da kadına kendimi anlatmayacağım bir daha.
Beni anlamak istiyorsanız, dağların tepelerine çıkın, ya da denizlerin, suların kıyılarına gidin, Küçücük bir böcekte bile neler neler açıklanır, bir damla, ya da dalgaların kıpırdanışı bir anahtar gibidir,
Bir çekiç, bir sandal küreği, bir testere, benim sözlerimin anlaşılmasına yardım eder.
Pancurlu odalar, okullar bana yaklaşamaz,
Bilgisiz, kaba insanlar, küçük çocuklar çok daha iyi anlaşır benimle.
Genç usta bana herkesten daha yakındır, o beni bilir, Baltasını, testisini alıp ormana giden oduncu beni bütün gün gezdirir yanında,
Tarlaları süren çiftçi çocuk benim sesimi duyunca sevinir,
Yelken açan teknelerde dolaşır sözcüklerim, balıkçılarla, denizcilerle açıklara giderim, severim onları.
Kampta dinlenen, ya da yolda yürüyen er benimdir, Gece, gelip gelmeyeceği bilinmeyen bir savaştan önce, birçokları beni arar, hiçbirini yalnız bırakmam onların,
O ağır, o düşüncelerle dolu gecede (belki de son geceleri), beni bilenler beni arar.

(Song, of My self'den)
çeviri: memet fuat

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder