50'ler - Ferit Edgü

Geçende bir öğle yemeği sırasında, söz dünle bugüne geldiğinde, Selma Gürbüz'e, tüm maddi güçlüklere karşın, şanslı bir kuşaktan olduğumuzu söyledim. Düşünsenize, dedim, elimize kalem aldığımızda, Sait Faik, Nazım Hikmet, Melih Cevdet, Oktay Rıfat yaşıyor ve yazıyorlardı. Ben tüm bu saydığım insanları tanıdım. Paris'e gittiğimde, Picasso, Miro, Dali, Max Ernst, Giacometti, Tzara, Andre Breton, Michaux, Char, Sartre, Camus, Beckett... hayattaydı ve yaşıyorlardı. Bizler de onlarla birlikte aynı kentte yaşıyor, aynı kahvede yan yana oturuyorduk. Bu ne demektir? Hiç. Ama aynı zamanda ulaşılmaz bir zenginlik. Düşünebiliyor musunuz? Bunuel, Antonioni, Bergman, Visconti, Fellini, filmlerini gerçekleştiriyorlardı. Çok geçmeden de o filmleri beyaz perdede görüyorduk. Picasso'nun çayırda öğle yemeği dizisinin boyaları kurumamışken görme olasılığımız vardı. Tiyatro'nun kalbi Paris'te atıyordu. Beckett, İonesco, Adamov... Her gün kahvelerde birlikte olduğumuz kişilerdi. Böyle bir dönemdi. Ve ben, ne talih, ordaydım. Gören, tanıyan, dinleyen, bir Jön Türk olarak. Bugün orda ya da burda, böylesi zengin bir ortam var  mı? Bir nostalji değil bana bu soruyu sorduran. Bir acıma duygusu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder