A 537, 538, 539, : Schopenhauer, Leopardi

Bu aleme, 'sıkıntılar, buhranlar, melankoliler" cehennemine dalmayı hiç beklemiyordum. Yeterli diyemem ama. Kierkegaard okumuşluğum vardır. Leopardi okumamı da dostum J. Vallet önermişti. Bu “kötümserler" dünyasına bir kez adım attıktan sonra gönüllü tutsağı oldum oranın, özellikle de Leopardi ve Schopenhauer'in! Beni bilirsin. Leopardi ve Schopenhauer'in tamamını okudum tabii ki, ve "hayatı ve yapıtları üstüne diyorlar ya, böyle toplam da hemen hemen hepsini bitirdim. Kendimi öldürmediysem eğer, sen de göreceksin, 'kara mizah'larını dayanak aldığım içindir.



Ne büyük ve ne olağanüstüdür gülüşün kudreti: Kimse sakınamaz ondan kendini, ve gülme cesareti olan kişi dünyanın efendisidir, her an ölmeye hazır olan insan gibi. (Leopardi)

Anlaşılmaz ya da sıkıcı olmadan, çok ciddi bir biçimde felsefe yapmanın yolu var. [...]

 Tumturaklı cümlelerle, Devleti ulaşılabilecek en üstün nokta ve insan varoluşunun çiçeği olarak gösteren filozof bozuntularının ne kadar dar kafalı ve aptal olduklarını görmek kolay. (Schopenhauer)

[...] işin doğrusu, yaşamamıştım ben. aklımı kullanmak dışında, insan olmamıştım, hele ki çocuk ya da delikanlı, olmamıştım (...) Çünkü, şöyle söyleyeyim, daha beşikteyken eğitimle tamamına erdirilen mutsuzluğum insan olmamak üstüne kuruluydu.
Kendi içimde bölünmüşken, dünyevi mutlulukla dolu bir hayat sürdürme şansım hiç yokken, [...] mutlu bir gelecek umudu taşımıyorken [,..] kudurgan bir umutsuzlukla insanın yalnızca aklını kavramış olmamın nesi şaşırtıcı olabilir ki (...) entelektüel zenginliğimin düşüncesi tek tesellim oldu böylece, ve fikirler tek sevincim, insanlarsa duyarsızlığım oldular. (Kierkegaard)

Leopardı ve Schopenhauer okumalarım sırasında tuttuğum notları buraya aktarmak gibi bir niyetim yok: Yüzlerce sayfadan bahsediyoruz.

Schopenhauer'den söz edelim biraz. Hegel’den ve “üniversite felsefesinden nefret eden, “çok gerekli küçük ilişkileri'ne indirgenmiş "berbat cinselliğini’ seven. Frankfurt'ta kâhyası ve köpeği Atmayla yaşayan, salonunun duvarlarına sırayla bir köpeklerin bir de filozofların portrelerini (Sokrates, Platon. Eski Yunan kinikleri, Kant, Leopardi, Gracian, G. Bruno vb.) asan Schopenhauer'den. 1848 devrimi sırasında, dairesinin kapılarını yirmi kadar Bohemya askerine açıyor, onlar da pencerelerden aşağıya, barikatlardaki işçilerin üstüne mermi yağdırıyor: bu devrim kendisini rahatsız ediyormuş çünkü, köpeğiyle rahat rahat dolaşamıyormuş sokaklarda!


İnsanın kusursuzluğuna gelince, sizi temin ederim, böyle bir kusursuzluk gerçekleşmiş olsaydı eğer, insan türüne en az bir ciltlik bir övgü düzerdim. Ama buna rastlama şansına eremediğim için, ve yaşadığım sürece böyle bir ayrıcalığa sahip olmayı beklemediğim için vasiyetimde mal varlığımın büyük bölümünü, insan türü kusursuzluğa erdiğinde, onuruna her yıl, herkese açık bir övgü konuşması yapılması ve antik tarzda küçük bir tapınak ya da heykel ya da uygun düşecek herhangi bir anıt diktirilmesi için ayıracağım. (Leopardi)

Leopardi ustune notlarımı karıştırırken, konuşmalarına rastladım.
Yukarıdaki soruya kendine göre bir cevap vermiyor mu acaba, diye
duşundum. Ama neyse, geçelim bunu!


Bitkilerle, otlarla, çiçeklerle dolu bir bahçeye girin. [...] Bir iç sıkıntısı hissetmeksizin dönüp bakamazsınız hiçbir yere. Bir arada duran tüm bu bitkiler, kimi az, kimi çok, ıstırap çekmektedir. Orada bir gül kendisine hayat vermiş güneş tarafından yaralanıyordur, büzüşür, canlılığını yitirir, solar. (...) Şurada bir ağaç karınca sürüsünün istilasına uğramıştır, bir başkası tırtılların [...]; biri kabuğundan yaralanmıştır, yarasından sızan havayla güneşin işkencesinden geçiyordur (...) Bahçeye girdiğimizde, böylesi bir hayat bolluğu karşısında neşe dolar ruhumuz, neşenin dünyasına varmışız gibi gelir. Ama aslında, bu hayat kederli ve sefildir; her bahçe koca bir hastanedir -mezarlıklardan daha içler acısı bir yer- ve bu varlıklar bir şeyler hissediyorsa, ya da hissediyor olsalardı diyelim, hiç kuşku yok ki uzaktan uzağa varolmamayı var olmaya tercih ederlerdi. (Leopardi)


En büyük şairlerimiz arasında, iki tanesi çok mutsuzdu: Dante ve T. Tasso, Mezarları ziyaret edilebilir: Her ikisi de yurtlarının dışında bir yerde. Ya ben. Tasso'nun mezarında o kadar gözyaşı dökmüş olan ben. (...) (Leopardi)

Herhangi bir nesne, bir yer örneğin, kırsal bir alan, bir yeşillik, ne kadar güzel olursa olsun, tek bir hatırayı uyandırmıyorsa, görüldüğü anda şiirsel olmaktan çıkar. Aynı yer, kırsal bir alan ya da herhangi bir nesne yine, kendi içinde bir şiir barındırmasa da, hatıra geldiğinde sonsuz bir şiirle dolar. Şiir duygusunda hatıranın esas ve temel bir yeri vardır, şimdiki zaman, hangisi olursa olsun. Şiirsel olamayacağı için; ve şiirsel olan öyle ya da böyle, hep uzakta bir yerde, belirsizlikte, muğlakta barındığı içindir belki de. (Leopardi)

Strındberg'de de hemen hemen aynı gözleme rastlamıştık, Stockholm körfezine duyduğu aşk konusunda. Daha sonra, Cesare Pavese’de, kırsal alanlarla ilgili aynı düşünceleri buluyoruz!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder