"Biz Kimiz? Nereden geldik? Ve nereye gidiyoruz?"

GAUGUİN, «Madem hastalık beni öldürmedi, o halde ben kendi kendimi öldüreyim,» diye karar verdi. Fa­kat intihar etmeden önce sanatını ve hayata karşı olan tavrını yansıtacak bir tablo yapmak istiyordu. Bu son haftalarda ateş içinde kıvranırken gözlerinin önünde, ha­yatla ölüm arasındaki karanlık bir dünyadan fışkıran bazı hayaller belirmişti.

Tasarladığı resmin, duvara yapılması lâzımdı. Fakat Gauguin’in kulübesinde badana duvar yoktu. Bunlar daha ziyade kafes halindeydi. Gauguin kendi kendine bir duvar da yaptı. Bu iş için Çinli bakkaldan yalvara yalvara çu­vallar aldı. Çuvallar tabii dümdüz değildi, üstelik üstle­rinde yumrular filân vardı. Fakat renkleri Gauguin’in ho­şuna gidiyordu. Altınımsı bir bejdi bunlar. Koskocaman bir çerçeve hazırladı ve birbirine diktiği çuvalları buna gerdi.

Bu tablo için kabataslak resimler yapmağa hiç ihti­yacı yoktu. Zira tablo kafasındaydı. Bu hayali, resim ha­line sokmadıkça, kafasını temizlemedikçe de rahat edemeyeceğini biliyordu.
Tablonun üzerinde çalışırken. Gauguin, anlayamadığı bir kaynaktan enerji kazanmağa başladı. Resim onu kontrol ediyor, aynı zamanda kendisine kudret aşılıyordu. Gauguin’in yapmak istediği insanlığın felâketi, o ölüm ve hayat denilen fasit daireydi.

Resim tezatlarla doluydu. Fakat Gauguin’in sanat kudreti bunları uzlaştırabilmişti. Bunda sabahın parlak¬lığı ve derin bir sessizlik vardı. Bir akşam sükûneti... Dünyadaki son akşamın sessizliği...

Bu sakin, mistik havada insanlar içten gelen bir ateşle parlıyorlardı sanki: hayatı düşünen genç bir kadın, Ölüm hakkında düşüncelere dalmış bir ihtiyar, şişman ve sıhhatli bir çocuk, mango yiyen bir genç kız, isimsiz, esrarlı bir kuş, düşünceli bir Polinezya Tanrısı... Bunlar resimdeki yerlerini de öyle kolaylıkla bulmuşlardı ki.

«'Biz Kimiz? Nereden geldik? Ve nereye gidiyoruz?»



Resim  eski sualleri tekrarlıyordu. Fakat eserde yine eskilerde rastlanılan bir vekar vardı. Bu âdeta senfonik bir tabloydu. Sessiz ve melânkolik bir çanın yankılanması ile doluydu sanki.

GAUGUİN kafasındaki hayallerin verdiği kudretle bir ay durmadan çalıştı. Hemen hemen uyumuyor ve yemeğe bile vakit ayırmıyordu. Tablo bittiği zaman hem kendi kendisi ve hem de dünyayla sulh yapmış gibi garip bir sükûnete kavuşmuştu. Bu resim onun manevî vasiyet- ikamesi, sanat inanışının ifadesiydi. Bu tabloyla Gauguin kendisinin de bir insan olduğunu, hayatında cereyan eden hadiseler dolayısıyla hemcinslerini istemez gözükmesine rağmen, yine onlarla arasında bir bağ bulunduğunu da gösteriyordu.

*
Altın Vücutlar
kitabından

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder