Karabasan / Fussli




"Karabasan"la  1973'de tanışmış, orta boy bir röprodüksiyonunu bulup çerçeveletmiştim. Yıllar yılı, Ankara'ya, Ankara’dan İstanbul’a, çalışma odalarımın duvarlarından bana baktıydı Daimon.    
                                                                                  
"Ama İblis, ama "uykularıma dadanan geçimsiz melek" "Yeni melek" ile "ikiz melek" arası, kılıktan kılığa girerek, uykuma ve uykusuzluğuma bekçi olan o Daimon'u, kaç kez aynadan bana gülümserken gördüğümü aktarmalı mıyım?"

Aslını görüp göremeyeceğimi sık sık kafamda kurmuş, Füssli'nin resmin iki ayrı versiyonunu yapmış olduğunu öğrendikten sonra ise o asılılardan hangisini (Detroit’teki 1782’dendir) "asıl" saymam gerekeceğini düşünerek, bunca yıldır yanıbaşımda duran röprodüksiyonun belki de ‘asıl’ olmaya yüz tutmuş olduğuna varmıştım.

    öyle ya - “Karabasan”a kim benim kadar bakmış olabilirdi? Müzenin bekçisi mi?

    Yoksa: Goethe mi?

Detroit'teki versiyon

     XVIII. yüzyıl Avrupa sanatının majör figürlerinden biri değildir Füssli. Resminin yazınsal tadı, plastik değerine göre çok daha fazla öne çıkmıştır. Bunda, Blake ve Goethe’yle kurduğu dostlukların payı olmuş mudur, bilemiyorum. Özellikle Shakespeare’in oyunlarını konu edinen yapıtlarına bakarak, onu Blake ile birlikte, çağının en özgün illüstratörü olarak konumlamak, hakbilir bir davranış olur sanıyorum.

     Ya Karabasan - onu nereye yerleştirebiliriz? Füssli üzerine yazılmış birkaç monografiye rastladım kaynakçalarda; onları okumuş, dahası görmüş değilim; görmek, okumak isteği de duymadım açıkçası. Gene de sorular takılıp kalmıştır aklımda, ola ki onları yanıtlayabilirdi bu monografiler:

     “Karabasan”ın Shakespeare ile doğrudan bir ilişkisi kurulabilir mi(y di)?

     Faust’u (1775) ne zaman okumuştu Füssli (1741-1825)?

     Londra da yaşadığı yıllarda, Blake ve ‘melek’leri üzerinde ne denli etkisi olmuştu?

     Bu (yanıtları belki de çoktan verilmiş) sorular beni uzun uzadıya kurcalamış olsaydı, büyük olasılıkla üzerine giderdim onların. Ama ne kaynaklarını öğrenmek için yanıp tutuştum Karabasan'ın, ne de sanat tarihinde tuttuğu yere ilişkin abartılı bir konumlama çabasına giriştim. Sonuç olarak o resimde beni böylesine çeken ana özellik kendisinden çok “aura”sına aitti.

    [Gene de, bir tür ‘kişisel sapma’dan söz etmeliyim bu noktada: Modernlerin nicedir yer’ine yerleştirip ondan uzaklaştıkları Romantizm, kara kanadı ile benim gözümde çekiciliğini korudu hep. Caspar David Friedrich’in resminden Schubert’in müziğine, Nerval’in şiirinden Novalis’in ansiklopedistliğine, akımın siyahlarıyla bir duyarlık akrabalığı taşıdığımı, bu duyarlığın aşılmış olduğunun genel kabul gördüğünü göre duya, söylemekten çekinmedim.]

    “Karabasan”ı seçerken, bütün bunlar yönlendirdi beni.






                    Karabasan, Kısrak, Şövalye

     “Ruhçözümde Düş Yorumunun Kullanımı” başlıklı makalesin de Freud, aynı gece içinde görülen farklı düşlerin aynı içeriği taşıdığını söyleyip ekler: “Genel olarak, bugün herhangi bir heyecan isteği tarafından yaratılan düşün içeriği anlaşılmadıkça ve bilinçaltının denetiminden sıyrılmadıkça başka düşlerde yeniden ortaya çıkacaktır”

     Füssli’nin Karabasan’ı (The Nightmare, 1782), üç ayrı versiyonuyla, bu görüşü doğrular bir bakıma: Aynı izlek, aynı üçgen, kısacası aynı içerik için üstüste üç deneme. Çoğu Homeros ve Shakespeare kaynaklı resimlerinin uzantısında, simgesel ve öykülemeye yatkın bir örnektir Karabasan.

     Üç versiyonda da, aynı öğeler öndedir: Başı ve kolları yatağın başucundan sarkmış uyuyan kadın, göğsünün hemen üzerinde kurulmuş duran ibliscil bir yaratık, perdelerin buluşma noktasında (dışarıdan içeriye uzanan) bir at kafası ve yatağın ucunda (başucunda değil) yer alan komodinin üzerindeki biriki şişe.

     Resim üzerine yaptığı dörtdörtlük bir çözümlemede Jean Starobinski, kadının duruşunu tıbbi veriler açışından didikler. Karabasan doğuran etkenlerin başında kan basıncı gelir: Yataktan aşağı sarkmış kollar ve baş, kadının sıkıntılı uykusunun göstergeleridir. Kaldı ki, versiyonlardan birinde tam kalbinin, diğer ikisinde ise göğüs kafesinin üzerinde duran yaratık karabasanın açık habercisi, elçisi sayılabilir: Yanlamasına çevrilip bakıldığında, bu tuhaf (biraz da bürlesk) iblisin biçimi yüreğınkini andırır.
     
     Starobinski, bir de etimolojik çerçeve çiziyor. Nightmare, karabasan demek. Bileşenler ayrıldığında: Gece (night) ve kısrak (mare). Mare's nest tamlaması da düş anlamına geldiğine göre, üçgen bütünlenebilir. (Bir ,adım daha ileri gidip knightmare de diyebiliriz: At burada, ama şövalye yok - belki de karabasanın kaynağı ya da nedenidir).
    
      Analitik bakış, “düzenlenmiş kaos” olarak da tanımlanabilen sanat yapıtı üzerinde konaklarken bir tür “polisiye kurgu”yu devreye sokmaksa (Lacan, ikidebir kendini Poe’nun Dupin’i ile tartmaz mı?), düş okuma çabasını da, bağlamı oluşturan ve uçları açıkta (ya da kuytuda) kalmış ipleri biraraya toplama işlemi sayabiliriz. Groddeck, simgelerin şaire ve sanatçıya önceden geldiğini, onlarda yer etmiş olduğunu, çoğu kez şairin ve sanatçının kendilerini kullanmasına fırsat bile kalmadığını yazmıştır. Füssli’nin resmine girerken, sorular üretip çekilmek, onun için de en iyi yol gibi görünüyor bana:
          
 Raffaello’dan Balthus’a bütün büyük ressamlar konu edinmiştir düşleri. Gene de pek az resimde, düşün düş kuran ile aynı topos'u paylaştığına rastlanır. Karabasan'da durum bu. Gerçekten de bu mu? Yoksa resme içleşmemiş bir başkası mı düşlüyor bütün bu sahneyi? (Bir zorlama belki: Detroit versiyonunda, kadının altında bir yatak değil de bir başka gövde var sanki: O mu düşlüyor geri kalanı?).

       Starobinski, Freud’un da Jones gibi, bu karabasanın altında bir fücur isteği okuyacağını söylüyor. Resme bakıyorum: İstek ve red (katlanma) kadının yüzünde, daha çok da gövde yayında içiçe kazılı gibi. Ama neden ille de fücur? iblisten, iblisin simgelediği yasaktan ötürü mü? (Tanıklar Füssli’nin çok kısa boylu ve çirkin bir adam olduğunu söylüyorlarmış - Daimon, bir otoportre denemesi olamaz mı?).



     * Komodinin üzerindeki şişe(ler). Uyku öncesi ilâç almış olabilir mi kadın?
     
* Ya at (kısrak)? Ritsosun şiirini çağırıyor önce:
    
 * Hayvanın iri, karanlık, ölüme yakın gözleri
     Uzak, yağmur yağan bir ülkede, yapayalnız iki kuleydi”.
     
Sonra bütün düşlerin gerektirdiğini: Bir dizi çağrışımlı soru: Nereden geliyor ve neden yalnız? Kadının düşünde mi; yoksa kadını da düşleyen bir başkasının dünyasından mı haber taşıyor? Bütün bütüne burada (sahnede, resimde) değil at. Uykunun karanlık bölgesiyle düşün ışığı arasında kaldı belki. Başıyla aralamış perdeyi, gövdesi dışarıda. Dışarısı: Uykunun ötesinde mi? Düşün mü ötesinde?

     Bir kez daha öteki sorununa değiyoruz burada: “Uykunun aynası olan bir düşte “ikiz"imiz, “çift”imiz, “öteki ben”imiz seyrediyor. Ama seyir ne? Uyku mu, düş mü, yolculuk ya da çakılı kalma durumu mu?


     

Sonsöz Poe'nun:

     "Yoksa gördüğümüz ve göründüğümüz herşey 
düşün içindeki bir düşte midir?".


*

Fussli:


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder