Pusudaki Ten

Pusudaki Ten (Mehmet Ergüven) kitabı üzerine
söyleşi - deneme - Enis Batur


Erotik fantezileriyle yüz göz olmayı göze alanlara adanan bu kitap, 
her ne pahasına olursa olsun, yazılmak zorundaydı-yazıldı."


*  Gene de, tam olarak ayrıştıramıyorum sözünü ettiğiniz “birkaç düzeyde yüreklilik” konusunu. Ben de okudum “Pusudaki Ten"; tamam, zaman zaman afalladığımı itiraf etmekten kaçınacak değilim; ama siz, belli ki “daha fazlasını” görmem gerektiği kanısındasınız Mehmet Ergüven’in bu kitabında: Nedir yüreklilik katmanlarından anladığınız?

- Amacını aşacak sözler etmem için kışkırtmayın beni. Öyle bir ortamda yaşıyoruz ki, “Pusudaki Ten” gibi, bir örneğiyle sık karşılaşmadığımız bir yapıt, karşısındakilere etik sorumluluklar da yüklüyor, önce bunu kavramak gerekir. Okur için derin, tartım isteyen, aynaya dönüp bakmayı dayatan sorumluluk sancılarıdır zihne giren. Okuryazar için ötesi: Okuduklarınızdan hareketle söz alacak ya da kalem oynatacaksanız, kuracağınız cümleleri birer mayın gibi algılayacaksınız: Fincancı katırlarının ürkmesine yol açabilir, tanrı korusun muhbir konumuna bile düşebilirsiniz. Benden açıklık, apaçıklık beklemeyin kısacası, satıraralarına ışık tutarak bakın diliyorsanız, bir de okuduklarınızı biraz daha dikkatli, yavaş okuyun lütfen: Yaşadığımız hayatın bize sunduğu hız gizilgüçlerini her an, her durumda kullanırsak vay halimize. “Pusudaki Ten” o soy kitaplardan örneğin: Bırakın bir çırpıda okumaya kalkışmayı, bazan hecelerin üzerinde durup oyalanmayı gerektiren bir iç temposu var — “festina lente”, kısacası. Yüreklilik bağlamına dönecek olursak; siz bu kitabın, kitaptaki denemelerin yayımlanmasının altındaki yürekliliği işaretlediniz de, ondan ‘ötesi var’ demek gereksinimini duydum: Bunların yazılması daha büyük bir yüreklilik ölçüsüne bağlıdır. Bir adım sonrası: Kişinin bunları böyle düşünmesi, düşünebilmiş olması asıl yüreklilik. Yıllardır dış baskılar ve yasaklamalar üzerinde yoğunlaşmaktan, iç yasaklar düzlemine, insanların kendi kendilerini irili ufaklı zincirlere vurmalarına bir türlü geçemedik. Mehmet Ergüven bana kalırsa ciddî bir ihtar veriyor.

http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2013/12/Pusudaki Ten - HAZ

* Skandala oysa düşkün bir dönemde yaşıyoruz. Genç kuşak yazarları, sanatçıları daha gözüpek davranıyorlar. Ergüven’in kitabını “canalıcı çıkış” saymanız, onu daha farklı bir konuma yerleştirmeniz hangi gerekçelere dayanıyor?

- Bir kere, skandala en az yatkın sayılabilecek bir yazı türünü seçiyor Ergüven. Yaklaşımındaki bütünsellik, analitik kurguya aslan payını ayırması, yorumlarına destek bulduğu dünyanın gücü (felsefe, ruh-çözüm, toplumsal bilimler) duruşunu pekiştiren öteki ana özellikler. Yaratıcılık açısından demeyeceğim ama, ahlâk açısından, böyle bir kesit üzerinde şairin, romancının, hatta günce yazarının işi biraz daha kolaydır: Eğretilemelerin, kahramanların, imgelemin oluşturabileceği bir no man 's land’ın içinde örtünebilirler. Ergüven, kendi kelimeleriyle, kurduğu dil ile soyunuyor buna karşılık: Seçmiş bunu. Üstelik, demin dile getirdiklerimle çeliştiğini düşünebilirsiniz bu söyleyeceğimin, “Pusudaki Ten”in asıl konusu, asal objesi yazarının kendi gövdesi. Besbelli, onun sınırlarına yolcu çıkmış, seyahatnamesini kaleme almış, dönmüş. Bana sorarsanız: Artık eskisi gibi değildir. Siz, kaç yazarın, kitaplarını kendilerinin üzerine gitmek, dönüşmek, sıkı mesafe ayarları yapabilmek için yazmış olduğunu hiç düşündünüz mü? Diyorum ki: Düşünmek şarttır. Yoksa yazı her yerde yazılıyor, televizyon programı dergilerinde ya da şirket broşürlerinde de. Benim kuşağımın “yazı”ya yüklediği anlamda bir tılsım arayacaksanız, işte size bir çıkış noktası: Kaçmak (kaçamak) vardı, biz üstüne gitmek istedik. Mehmet Ergüven, “Pusudaki Ten” ile çıkageldiğinde benim tüylerim üıperdi: Mürekkebine kan karıştırdığı için.
* “Pusudaki Ten”i gerçekten de, yazarının gövdesini konu edinen bir kitap olarak değerlendirebilir miyiz? Gövdenin, insan gövdesinin fantazma gizilgücünü soruşturmuyor mu Ergüven?

- Sanırım, son söylenecek şeyi ilk söylediğim için böyle bir soru getirdiniz. Godard’ın, “Serseri Aşıklar'ın konusunu merak eden bir gazeteciye “Belmondo ve Jean Seberg hakkında bir belgesel” karşılığını verdiğini anımsarsınız. Şüphesiz, gövdenin başla çekişmesinin bir okunuşu da diyebiliriz Ergüven’in yaptığına. Kendimden biliyorum bunu: 1989’da “Gövde’m” başlıklı bir kitap yazmaya koyuldum, on yılda ancak yarılayabildim, o aheste tempo bana şunu gösterdi: Öteki gövde benden başlıyor. Düşünen, yoran kişi bu eşiğe bir noktada ulaşır. Kendi gövdesini dinlemezse, ötekilerini duyamaz. Ergüven’in kitabı bu gelgiti inanılması güç bir ustalıkla aktanyor bana göre: Göz ve kulak kesilmiş yazı        nasıl da sağlam bir “okuma”ya giriştiğini görüyoruz orada, İzler var, onları toplamış. Kitabına serpiştirdiği fotoğraflar, donuk kareler, birden harekete geçiriliyor yazı tarafından, ileri geri gidişler var. Erwin Olaf'ın fotoğrafının çözümlendiği denemeyi düşünün örneğin: Enstantanenin öncesine ve sonrasına uzanıyor Ergüven, kendi gövdesinin farkına varmaya yanaşmasa, bu zorlu ve yıpratıcı operasyona narkozsuz girmeyi kabullenmese, yalnızca düşgücüne bel bağlayarak o sonuçları toplayabilir miydi?

* Bunları Mehmet Ergüven’in sertleşmekten çekinmeyen sözcük seçimine, üslûbuna da bağlıyor musunuz?

http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2013/12/Pusudaki Ten - Mapplethorpe


- Bir yazarı zaten üslûbundan ayırdederiz. Klâsik ama şaşmaz ölçüdür. Altından imzayı kaldırın, tanıyacaksınız. Burada, sizi kelimenizle vuracağım için beni bağışlayın: Mehmet Ergüven, “Pusudaki Ten”in bütününe yaydığı bir yazı özelliği ile önümüzde duruyor Elbette sertleşmiş o kelimeler, kalkmış bir yazı var çünkü sayfaların Üzerinde, Savaş Çeltiç'in yerinde olsaydım kitaptaki bütün T’leri birer ulak phallus olarak çizer, özel bir ıdeogramatik efekt yaratırdım! Şaka bir yana, Ergüven kelimelerin üstüne basıyor “Pusudaki Ten'de — kesin bir özellik. Çocuklar, bir yaşta belden aşağı kelimeleri, deyişleri ağızlarından düşürmez olurlar —yeni bir eşikten geçiyorlardır. Ergüven, yetişkine yazarken yasaklanmışın bölgesine girdiğinin farkında, hele bir deneme kitabında. Bir ilk denemenin heyecanı var burada: Tehlikenin, yasağın, susturulmuş olanın alanındayız; neredeyse karanlıkta ıslık çalma güdüsü bir uçta, öbür uçta diklenme, isyan, göze alış var. 'Pusudaki Ten", tabu kırıcı bir yapıt. Yıllar önce, “Madame Edwarda” ya da “Gözün Öyküsü" (Reşit İmrahor çevirisiyle dilimize de geldi o görkemli anlatı) iel Bataille'ın açtığı kapıdan şimdi Türkçe de geçiyor, bu anlamıyla da bir öncülüğü var Pusudaki Ten'in.

* İyi ama, orada, Bataille’ın kitaplarında köktenci bir erotizm sözkonusu. Oysa Mehmet Ergüven’in amacı kültürel bir okumaya yönelmek, ağırlıklı olarak sanat alanında tenselliğin işlenişini (siz herhalde “işleyişini” derdiniz) çerçevelemek değil mi?

- Değerlendirme, biraz da metni okuyan kişinin perspektifine bağlı olarak biçim alır. Mehmet Ergüven, bana kalırsa, bir maske takıp oturuyor masaya. Gelgelelim, yazdığı sürece maskesini kullanmıyor, sık sık kaldırıyor onu, altından bir başka maske olarak da görebileceğimiz kendi yüzü çıkıyor. Çözümleyen, yorumlayan yazarın arkasında haz alan, haz veren, o iki kutubun ortasında seyreden ötekisi var. Doğal bu: Maske de taksa, maskesini çıkarsa da, göz değişmiyor, aynı göz bakıyor. Ergüven büyük dikizci. Perdesine göre bir oturma ayarı yapmış, 24 saat bakıyor oradan. Kıvranan gövdenin karşısında kıvranarak yazan partöneri duruyor. Neredeyse birlikte esriyorlar. Breton’un dört dörtlük saptamasını bilirsiniz: “Erotizm, insanın ölçeğine uygun tek sanattır”.

http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2015/02/wilhelm-von-gloeden-ya-da-yeniyetmenin.html

* Tıpkı Bataille’daki gibi, Ergüven’de de göz herşeyin odağıdır, mı diyorsunuz?

- Göz şüphesiz bir ana organ, şu bağlamda, imgeye, imgeleme, imge gücüne eksenli bir okuma, sonra da yazma çatısı egemen Ergüven’de. Göz, beyin ile gövdenin geri kalanı arasındaki köprü, başlıca ayar noktası. Öte yandan, göz ile göt arasında bir adım var ya bizim dilimizde, iç hareket düzenleri açısından da dehşet verici oranda benzeştiklerini unutamayız. Boşu boşuna “götünden anlamışsın”, “götünden dinlemişsin” denmemiş dilimizde. “Pusudaki Ten”, gövdenin bütün deliklerinden dikkatle bakan bir çalışma. Böyle olunca, organların tek tek gözle bağlantılı koşulları öne çıkıyor ister istemez. Saçtan ayağa bir sefer. Durmuyor sonra yazar, gövdenin içinden dışına taşan herşeyi sigaya çekmeye koyuluyor.

* “Boynuz Yazısı” başlıklı bir denemenizde siz de dışkı sanat ilişkisi üzerinde durmuştunuz.

- Ne yazık ki toy yaşımda giriştiğim, gerisini getiremediğim bir yazıdır o. Keşke Ergüven gibi olgun dönemde bu sorunlara eğilseydim. Genç yazar» gövdesini tanıyacak ölçüde ona yakın durmaz, öteki gövdelere bakışı da henüz buğuludur. “Pusudaki Ten” birikmiş, biriktirmiş bir yazarın fışkısını getiriyor, okurda doğurduğu heyecan da bu özelliğiyle orantılı kaldı ki. Mehmet Ergüven, bu kitapla yazmanın fizyolojisi, psikolojisi hakkında soru işaretleri doğuruyor bir de. Yazan gövde, yazıyı hazırlayan zihinden bir karış ötededir. Eli, parmakları kullanma biçimimizdeki gizil erotizm, otoerotizm katmanları üzerinde yeterince kafa patlattığımızı sanmıyorum. Okuma edimi konusunda da öyle: Harflerin kaldırdığını kabul edebildik mi? “Pusudaki Ten” bir fırsat yaratıyor: Okumak, düşünmek, yazmak, böylece daha derinlemesine bu olguyu kavramak varken esgeçeceğiz gene — bu da bizim yazgımız anlaşılan.



*
Mehmet Ergüven'in
Blogdaki diğer yazıları:

http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2015/02/ten-ve-otesi.html
http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2013/12/ayak-don.html
http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2015/08/mitolojide-hermaphroditos.html
http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2015/06/enis-batur-ya-da-dunyayi-biriktirmek.html
http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2015/06/toplama-kamplarndaki-cplaklk.html
http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2015/04/keith-haringin-guncesi.html
http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2015/04/kagt-kalem.html
http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2015/04/gunce.html
http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2015/02/the-island-of-dead-arnold-bocklin.html
http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2015/02/egon-schiele.html
http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2014/09/eros-ve-olum.html
http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2013/08/shoah-1985-claude-lanzmann.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder