Yatak Odasında Felsefe

"Yatak Odasında Felsefe "

Marina Pıanu

Neden Sade? "Kutsal Marki" benim kişisel ve edebi gelişimimde (bu ikisi eninde sonunda birbiriyle bağlantılı değil midir zaten?) can alıcı bir rol oynamıştır. Beni böyle "yasaklanmış" bir yazara iten nedenleri açıklayarak zamanınızı almayacağım, ancak Sade’ı benim için hâlâ modern ve anlamlı kılan, onun tipik özelliği olan o küçük anlatı molekülleridir: Cinsellik ironik canlılığını sergileme aracı olduğu kadar, felsefesine özdeksel biçim vermek için anlamlı bir dil olarak kullanılır. Yatak Odasında Felsefe iyi bir örnektir.

1795’te, devrim dönemi hâlâ sürerken yayımlanan kitap, cumhuriyetçi aristokrasiden Ortodoks devrimcilere kadar, elit bir okura hitap eder. Eski felsefi diyalogların ve daha yakın zamanda aristokratları hedef alan yergili güldürülerin etkilerini taşıyan Yatak Odasında Felsefe, onaylanmış değerlere bağlı kalmamasına karşın, Marki’nin en hoş ve önemli yapıtıdır.

Yedi diyalog boyunca, petile ingenue (küçük saf) Eugenie de Mistival, doğuştan fazlasıyla yetenekli naif bir bahçıvanın (aksi halde bütünüyle aristokratlara özgü olacak bir atmosferde halk dilinin tek görünür etkisi) yardımıyla, üç ana liberteryan karakteri (erkek, kadın ve oğlancı) temsil eden, üç liberteryandan eğitim alır ve liberteryanlığa adım atar. Son diyaloğa gelindiğinde, bu karakterlere Eugenie’nin hem kurban, hem de arzu nesnesi olarak hizmet edecek annesi katılır.

-----------------------------------------------------------
Ah! ne zevk!... Beni nasıl da sıvazlıyorsun sevgili dostum!... Sen zevk tanrıçasısın!... Ya şu güzel yarak nasıl da şişiyor!... Görkemli başı nasıl da kabarıp kıpkırmızı oluyor!...

Ah! Ne ilahi göğüsler!... Ne tatlı ve tombul kalçalar bunlar!... Boşalın... İkiniz birden boşalın, belim sizinkilere kavuşacak!... Akıyor...! Ah! lanet olası Tanrı!... 

Nefis bir manzara!... Ne soylu ve görkemli!... İşte her tarafım bele bulandı... Gözlerime kadar sıçradı!...

....

Ah ölüyorum Şövalye!... Senin güzel yarağının tatlı seyirmelerine alışmam imkansız!...

Lanet Tanrı! Bu sevimli kıç bana nasıl da zevk veriyor!... Ah! Düzüşelim! Dördümüz birlikte boşalalım!... İkizini siktiğimin Tanrısı! Ölüyorum!... Bittim!... Ah! Hayatım boyunca daha şehvetle boşaldığımı hatırlamıyorum! Spermin boşaldı mı Şövalye!

Görüyor musun şu amı, nasıl da sperme bulandı.

Ah! Dostum, kıçımda niçin  benim de sperm yok ki! 

https://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2014/03/yatak-odasnda-felsefe.html
-----------------------------------------------------------------------------------------------------


Kuram ve uygulama yedi diyalog boyunca iç içe geçer ve birbirini izler, böylece bireyin cinsel tercihlerine ideolojik bir gerekçe sağlarken, liberteryanlıkla felsefe arasındaki geleneksel bağı sürdürürler. Karakterlere erotik sahneler arasında dinlenme ve soluklanma fırsatı veren felsefi aralarda da dramatik bir dürtü vardır. Sade’da yalnızca kaşıntılı bir uyarı bulmayı umanlar, bu felsefi nutukları okumadan geçmenin kışkırtıcılığına kapılacaklardır; yazarın belirgin amacının, oyuncuları erotik sahnelerin değil, bu felsefi nutukların uyardığını ve uyandırdığını kanıtlamak olduğunu görmezden geleceklerdir ki oyuncular bu entelektüel uyanışın sonucu olarak, her an o denli güçlü bir biçimde uyanan arzuları tatmin etmek için zorlayıcı bir gereksinim duyarlar. Ancak, Sade tiyatroyu bir araç olarak kullanmaktaki ustalığını teşhir etmeyi (ve bizi bu ustalığıyla eğlendirmeyi) tam da bu seks sahnelerinde başarır, dramatik edimler de zarafetle ve hafif bir temasla yine bu sahnelerde aktarılır.

Yapıtın üçte ikisine sıkıştırılan devrimci bildiri (Fransızlar, Cumhuriyetçi olmak istiyorsanız biraz daha çabalayın!) devrimcilerin sansürcülüğüne bir göz kırpmayla yamanmış, bir gözden geçirilmiş düşünce gibi görünebilir, ancak, tam tersine Sade’ın ahlak ve din felsefesinin esasını oluşturur. Aslında, içtenlikli devrimci ruhu rejime bu apaçık yaltaklanmada ortaya çıkar, açıkça, her ne kadar yöntemli de olsa, ilk Babeufçülerin (bu nedenle de, kronolojik açıdan bir uzun atlayışla, ilk Lenincilerin) bir atılımıyla desteklenir. Ancak yine de, Sade’ın gözüpek modernliği her şeyden önce
derslerin seyrinde, kadınların üreme haklarına, tam bir cinsel tatmin haklarına, hareket özgürlüklerine sahip çıkmasında, özetle toplumsal konum açısından erkeklerle eşit haklara sahip olmalarını savunmasında açıkça görülebilir. Gerçekte bu düşüncelerden pek azı bugün bize ayan beyan ortada, ya da hatta böyle bir yazardan geldiği için garip gelebilir, sözgelimi ölüm cezasının lağvedilmesi gibi (evet, belki gülebilirsiniz, ama Robespierre bile karşıydı buna!).

-----------------------------------------------------
Kalçalarım sana uygun mu Dolmance? Ah! Meleğim, seni ne kadar arzuladığımı bilseydin! Bir kulamparanın beni götten sikmesini ne zamandır arzuluyordum!

Dilekleriniz yerine getirilecek Madam; ama, müsaade buyrun, mabudenin dibinde durayım bir an: Tapınağın dibine varmadan önce onu kutsamak istiyorum... Ne ilahi kıç!... Öpeyim onu!... Binlerce kez yalayayım!... İşte arzuladığın yarak!... Hissediyor musun sürtük? Söyle nasıl giriyor hissediyor musun?...

Ah!.. Bağırsaklarımın dibine kadar sok onu... Ey tatlı şehvet, neresidir senin hükümranlığın!

İşte ömrümde düzmediğim kadar nefis bir kıç; Ganymede'a layık!

...

Ah dostlarım işte iki taraftan da düzülüyorum... Lanet Tanrı! Ne ilahi bir zevk!... Hayır, dünyada eşi benzeri yoktur bunun... Ah! Düzüşün! Bunu tatmamış olan kadına ne yazık! Sars beni, sars beni... hareketinin şiddetiyle kardeşimin kılıcına doğru ittir beni ve sen, beni seyret; gel, ahlaksızlık içindeki halime bak; gel, beni örnek al, bu işi kendinden geçerek tatmayı, zevkle tadını çıkarmayı öğren... Görüyor musun dostum, aynı anda neler yaptığımı görüyor musun: Skandal, baştan çıkarma, kötü örnek, ensest, zina, sodomi!... Ey Lucifer! Ruhumun tek ve biricik tanrısı, daha fazlasını esinle bana, yüreğime yeni sapkınlıklar sun, bunlara nasıl şehvetle daldığını göreceksin!  

https://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2014/03/yatak-odasnda-felsefe.html

---------------------------------------------------------------------------------------------

Daha önce Sade’ın ironik tarzından söz ettim. Benim naçiz düşünceme göre, bu, Sade’ın yapıtlarının (örneğin, Erica Jong ve Simone de Beauvoir’ın bu konuda ne söylediklerine bakın) karakterini belirleyen en önemli özelliktir; tarzındaki tasasızlık, dili incelikle ve beceriyle kullanması, cinsel edimlerde somutlaşan psikolojik çözümlemesi, parıltılar saçan espritsi (ruhu) bu yazarın en çok takdir ettiğim yanlarıdır. Sade’ın mizah duygusu hiç kuşkusuz "kara"dır, kabul ediyorum, ancak, trajediyle ciddiyetsizliği birleştirmeyi başaran belli bazı mükemmel Fransız komedilerinde sık sık olduğu gibi, burada da gerçekte birçok kişinin hazmedemeyebileceği yemekler bize yutturulur, bununla birlikte masadan hazmettirici bir içkiye hiç gereksinim duymadan kalkarız. Bu mizah duygusunun en iyi örnekleri ifadelerdeki ani sapmalar, anlamın aniden çarpıtılması, kahrolası bir ritme uyan taşkın duraklamalar ve zaman zaman canlı dilsel dönüşlerle başarılan duraklamalardır.

Yukarıda sözü edilen nedenlerden dolayı (ve sıralayarak canınızı sıkmayacağım daha birçok nedenden dolayı) Yatak Odasında Felsefe'yi yalnızca "rafine" bir erotik "okuma malzemesi" olarak değil, kişinin kendi cinsellik meselelerinde her türlü kişisel zevkten uzak durması koşuluyla, yalnızca eğlenceli bir metin olarak da coşkuyla tavsiye ederim. Onu eğlenceli bir komedi, insan doğasının hoş bir taslağı olarak okuyun. Veyahut da onu gerçeküstü bir yapıt ya da son olarak, mastürbasyon kabilinden bir fantezi olarak okuyun. Sade’ın güzelliği tam olarak buradadır: Tek katmanlı değil, çok katmanlı bir okuma imkânı verir.

-----------------------------------------------------

Şu koca yarağı bir bakirenin klitorisi üzerinde sallamak ne zevkl!... Sen, Şövalye, güzel kıçını göster bana... İyi sallıyor muyum çapkın?... Ya siz madam, haydi düzün beni, orospunuzu düzün... evet, ben bir orospuyum, orospu olmak istiyorum... Boşal meleğim, evet, boşal... Augustin istemeden bele buladı beni, Şövalyeninkini de alıyorum, benimki de geliyor... Dayanamıyorum... Eugene kalçalarını salla, anüsün yarağımı sıkıştırsın: yayılmakta olan yakıcı beli bağırsaklarının dibine fırlatacağım. Ah! Tanrı'nın düzülmüş kancığı! Ölüyorum!...

...

Düzüşelim! Sikim kalkıyor! Augustin!i çağırın, rica ederim, Bu güzel oğlanın mükemmel kıçı, konuşurken kafamı nasıl da meşgul ediyor, görülmedik bir şey! Sanki tüm fikirlerim iradem dışında beni ona yaklaştırıyor... Augustin, şu başyapıtı gözlerimin önüne ser... öpeyim onu ve çeyrek saat okşayayım! Gel aşkım, gel, gel ki, Sodom'un bende yaktığı alevlere senin güzel kıçında layık olayım. 

Ah! düzüşelim! Nefis! Nefis!..

Heyhat! Hocam... görüyorsunuz öğrencileriniz beni ne hale getirdi! Arkam ve ağzım bel dolu, her tarafımdan bel boşalıyor!

Ah güzel bir kıçın dibinden çıkan bel kadar güzel bir şey olamaz! Tanrılara layık bir yemek!

----------------------------------------------------------------------------------------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder