Yüksel Arslan

“Özgürlük kavgasında yalnız nöbetçi," der Heine bir vasiyet-şiirde. "Yalnız yaşadım." diye kabullenir Benn. Schwitters de: ‘Hayatım boyunca her şeyi yalnız yaptım." demiştir. Buna karşın, kendi yalnızlığında ve onların büyük yalnızlıklarında, Arslan’ın açığa vurduğu şey kardeşçe bir topluluğa aidiyettir... Arture'lerini bana gösterirken, onlarda onun sesinin yankılarını duymak, aklının yansımalarını görmek daha da derinden etkiliyor beni. Arslan bu büyük ustaların her birinde sanatının yankısını buluyor. Pascal'in "insan araştırması'nda da. Tsvetayeva'nın "dünyanın başlangıcından sonuna aynı" ozanında da, Heine'nin bireyinin evrenselliğinde de kendini buluyor o... Ondan yaşça büyük olanların desteğine ihtiyaç duyuyor sanki ve alçakgönüllülükle kendini bu topluluğun arasına konumlandırıyor.

Tek amacı onların sözlerini derleyip toplamak değil, kendi benliğinin derinliklerini, ulaşılmaz gizlerini de dışavurmak istiyor. Ruhuna, bedenine, kanına işlemiş bir tutku bu bir yandan. Bir yandan da vazgeçilmez bir minnet duygusu. Ve bir de orada, insan düzeyinde, en sonunda sesinin duyulduğunu ve kabul edildiğini bilmek var işin içinde... Gottfried Benn'in hayatının sonunda ileri sürdüğü şeyden pek de farklı değil aslında: "Aslında yalnızca sanatçılarla konuşabilir insan."
"Bir düşünürü okuduğunda." diyor Arslan. "ister eskilerden, isterse aynı yüzyıldan olsun, onda kendi düşünceni bulursun. Bir ozan için de aynı şey geçerli. O bir dosttur, çünkü aynı şeyi düşünüyorsunuzdur. Yeryüzünde yalnız hissetmezsin kendini. Böylece Antikçağ'dan şimdiye dostlar edinirsin. 'Etkilerime şöyle bir göz atıldığında, can dostların listesi görülecektir!"

Jaques Vallet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder